20 Ağustos 2009 Perşembe
Bozkıra doğru
öteki uç beni düşünür mü bilinmez ama benim öteki uçtan başka bir düşüncem yok. tekrar yazık ettim biraz biraz kazanmaya başladığım güvene. bunlar hep yara, bunlar hep zor iyileşiyor..
o akşamki olaydan iki saat önce bi arkadaşım bana dedi ki: abi finallerim var, bi ödev istiyo birisi, sen yapar mısın. 60 liraya bi ödev. Dedim tamam ve düşünmeye başladım, biraz daha param olursa Ankara'ya gidebilirim diye. Hemen kurdum, atlasam trene gitsem, yemek vagonunda bi şeyler okusam, bozkırı izlesem. Sonra ona kavuşsam..
Aynı akşam işte, aynı akşam her şey altüst oldu. Yerinde olmayan, o an kanın uğramadığı beynimin eseri iğrenç bir davranış yüzünden her şey dağıldı. Özlediğimle, ah çektiğimle kaldım.
Ertesi gün bi ödev daha geldi aynısından, bi 60 liram daha oldu. Ankara için param da olmuş oldu böylece ama ne fayda. Artık konuşmuyoruz.
Biraz İsveç durumuna benzedi, bu da iyi değil. Yine kavga ettik diye Ankara'ya geldin diyecek bana, eğer gel der de gidersem elbette..
Güven çok zor şey.
Dedi ki, konuşmayalım okul açılana kadar, okul açılınca da bakarız. Demek bu kadar düştüm. Dedim, unuturuz birbirmizi, böyle kavgadan sonra konuşmamak unuttutur, kötüyü biriktirir. Dedi ki, bir ayda unutuyosak birbirimizi, gerek yok zaten devam etmeye.
Umudumu yitirmedim elbette. Ama çok üzgünüm.
Ve unuturuz birbirimizi demiş olsam da, ben onu unutmayacağım, biliyorum.
17 Haziran 2009 Çarşamba
Başka Bir Güneş
Güneş benim için hala aynı saatte kararıyor, aynı saatte aydınlanıyor. Aynı yerde, aynı benleyim. Ben de isterdim bütün buraları, bu otobüs kokularını, bu toz bulutlarını, bu yalnız akşamları bırakıp gitmek. Seni unutabilmek için.
Galiba astımım azacak tekrar. Ölüm gibi bir his kaplıyor göğsümü sık sık, nefesim sıkışıyor. Öleceğim sanıyorum, bir sancı kaplıyor vücudumu. Bu gece uyuyamayacağım, nefesim sıkışıyor. 'Nefes alamıyorum baba' diyerek babamın göğsünü tırmalayacağım yaşı da geçtim. Nefes alamıyorum, biliyor musun?
Şimdi aklının köşesine uğruyorsam günde bir kez, o da olmayacak. Bir zaman sonra burda yaşadığımız güzel şeyler sana uzak olacak. Çimenlere battaniye attığımız günü, sana müzik yaptığım zamanları, labdan benimle sigara içmek için çıktığın zamanları, fıskiyelerden korkup bana sarılışını, pembe gözlüğünün üstünden bana bakışını unutacaksın. Burayı okumayı da. Ama ben ne buraya yazmayı, ne de yaşadıklarımızı unutmayacağım, unutamayacağım. Çünkü burdayım, beni bıraktığın yerde, hayalinle başbaşa.
Artık ne yaptığını, yapacağını söylemeyeceksin, bilmeyeceğim. Belki daha da başka ülkelere değiştireceksin güneşini, bilemeyeceğim. Meçhul olacaksın, ırak olacaksın, gözlerime dolacaksın, ve kimlere kapılacaksın ben yokken kalbinde?
Bana seni soracaklar, bir şey bilmeyeceğim ki, ne diyeceğim?
19 Nisan 2009 Pazar
Delibaşlar
GPA kaygıları, ağır ödevler, sınavlar, kavgalar, anlaşmazlıklar ve Zeitgeist dünyamı böldü.
Yeşil Hanım'ı terkettim.
Hep uykuya hasretim.
Konuşmak gelmiyor içimden.
Sahnede olmayalı bayağı oldu. Egom ağlıyor.
Sevdiğimi Balıkesir'e gönderir-ayak ettiğim saçma sözlerin ağırlığı üzerimde.
Uzaktaki insanı anlayamamak tanımsız, ilginç.
Müziğim zayıfladı, iletişimim çöküyor.
Rüyalarım bi ilginç.
Bir dayanağım vardı, şimdi uzaklarda.
Mektup yazacağım ama ne yazacağımı bilmiyorum.
Dün Deli'nin Çardağı'nda bir sigara daha içtim.
Balkonumuzda oturmaya yer yok.
Bende oturmaya kıç kalmadı zaten, otur otur, kıçım nasır.
Bahar, kuşlar, böcekler bu sefer hiç neşelendirmedi, beyinsizim.
Nerde kaldı o düşünmeler, rüzgarda savrulan saçlar.
Bir olaydan diğerine vakit sayıyorum mütemadiyen.
Ekşisözlük'ün public mastürbasyonuna daha da gıcığım artık. Bi yolunu bulup çökerticem siteyi.
Staj ayarlayamadım hala.
Hayatımla ne yapsam bilemiyorum, staj ne ki, bal ne ki, şeker ne ki.
25 dakika sonra okula doğru yola çıkıcam, niye bilmiyorum.
Balıkesir'e ne yapsam bilmiyorum.
Çok şey bilmiyorum şu sıralar.
İlkokul sıralarında her şeyi bilirdim halbuki.
Bütün dostlarım uzak geliyor, yeni dostlar olmuyor. Niye olsun, ne gereği var, bilmiyorum.
Zirvede olmayalı çok oldu. Artık bu yükseltiye alışmak ve ofis insanı olmak mıdır kaderim?
Herkes kendi derdine düşmüş müdür? Başkasının derdi beni gerdi mi, gevşetti mi?
Nerde kaldı paragraflar? Bu delibaş cümleler niye?
Noldu bana?
2 Mart 2009 Pazartesi
Sanırım bana verdiğin sözü tutmadın :)
Altıdan beri uyuyamıyorum. Uykumu alamadığımdan değil esasında. 4 saatlik uyku uyudum, nasıl yetti, anlayabilmiş değilim. Dünün hoşluğundan olsa gerek.
Dün garç garç bi şeyler çalarken bir mesaj aldım. "1 sigaran var mı?". Rehberde olmayan bi numara. Elbette anında kim olduğuna dair korkak bi fikrim oldu. Kontörsüzdüm, cevap veremedim. Bi arkadaşı aradım kontör bulup yollasın diye, faturalıdır kendisi, bulamadı. Üstüne konuşurken şarjımı ömdü. Kızgınlık, heyecan, stres, kararsızlık arasında derin derin nefeslerle ta ebe köründen odama çıktım.
Sigara içtik, ben bi şeyler tıngırdadım falan. Biraz da öğrettim tabi. Sonra beklediğim, gelmezse benim getireceğim bir çay teklifi geldi. 'En makul konuşmamız' oldu.
Başlık ya anlam ifade ediyorsa? diye diye bu yazının biraz boş olmasına sebep oldum, sağlık olsun.
Şimdi bu yazıyı hafiften bitirip, giyinip, menemen yemeye gitmeli...
27 Şubat 2009 Cuma
Hayat zor anne!
Halbuki uyuşucaktık. Paytağım, dolgun dudaklım, balıkesirlim.. Kendi kendime yaşayıp unuttuğum, şans eseri tekrar alevlenen bir sevda daha kül oldu. Obsesyonlarım ve ben devam ediyoruz.
Ha, derseniz ki hala umudun yok mu, var. Benim hala umudum var, isyan etsem de istediğim kadar. Belki bana yaklaşmaya çalışıcak önümüzdeki zamanlarda, kim bilir. Yeniden parlarım o zaman, beraber parlarız hem. Elini tutacak biri olur. Bu hayal değil, gerçek işte derim o zaman inanarak. Yüzlerce insan var hayatımda ama kimse yakında değil, kimseyle hakkaten paylaşamıyorum. Kimseye dokunmuyorum, koklamıyorum. Hayal gibi geliyo işte bazen. Bu sözler hep tukaka, hep ergen, hep hayalci-romantik, di mi?
Beceremediğim şeyler var hala. Eli yüzü düzgün bir açılım, bir ilan-ı aşk örneğin. Belki lisede o kadar sinsi, adi, sapık, seksist, abaza bir aygır olmasaydım bilirdim bunları şimdi. Elime yüzüme bulaştırmamış olurdum. Sevdiğim, istediğim kadının telefonunu, msn'ini, facebook'unu falan silmemiş olurdum. Belki yanyana film izliyor olurduk. Ha, belki de olmazdık, zorla güzellik olmuyor. Aşık olduğun aşık olmuyor.
Yine hayaller üşüşmüştü çocuk beynime, şimdi çekildiler köşelerine. Balık tutacaktık? Ha, sen bi şey hissetmiyordun. Tamam o zaman, çözüldü.
Daha ne yapabilirdim ki? Eğlendirdim, düzgün davrandım. Biraz sıkboğaz ettim, ama ben onu kanım gibi, canım gibi kabul ettim, yine de görülmedim. Tanışmıyormuşuz ki, ben nerden biliyormuşum ki... İnsanın gözlerinde belli olur diye düşünüyorum, o yüzden doğru kararlar aldığımı sanıyorum. Ama belki insanların maskelerini gerçek sanıyorum, yanılıyorum. Hem zaten kimse çıkıp 'yanılmıyorsun, ben senin içinim, hiçbir şeye sevinmedim seninle tanıştığıma sevindiğim kadar' demedi. O zaman yalanlarda mıyım yine, kaptan?
'Sen çok iyi bi insansın' diyerek benden ayrılan kız geldi şimdi aklıma. İyi de ağlıyordum ben, o ise sen iyi bi insansın deyip toplanıp gidiyordu dünyamdan. Gerçek olay çok daha dramatikti, inanın. İyi de o zaman zalim mi olalım böyle durumları kolay atlatmak için? 'Yaa, bırak orospuyu ya' mı diyelim arkasından? 'Kanka, önümüzdeki maçlara bakalım' mı desinler? Lanet olsun be!
Lanet olsun
Küp
Halbuki çay sözü almıştım. İçim burkuldu, samimiyetim sarsıldı. Hayallerime bi şeyler oldu, tuğla yutmuş gibiyim.
Yarın 9 buçukta da dersim var. Uyuyabilecek gibi değilim. Sinirlendim.
25 Şubat 2009 Çarşamba
SuŞenlik 8,5
Işıklar, kötü ses sistemi, kötü performanslar, sigarasızlık beynimi kemirdi üç saat boyunca. Altı yedi farklı arkadaşımı takip ettim bu üç saat içinde, bi kere bu büyük iş.
Sonra, yeni filizlenecek bir arkadaşlık hayallerim de büyük ölçüde yok olmuşlardı. Ta ki onunla karşılaşana kadar. Takip edip, tanışabilmeyi bekleyip, sonra da vazgeçtiğim bir insan, bir dişi. İlginç bir çekicilik, bir değişik. Yaklaşamadığım tarzda.
Dünyanın oyuncusu olsan işe yaramaz kardeşim konu böyle olunca, rahat olamazsan olamazsın, bitti. Hem yapsan da o rol değil, sahtekarlık olur. O yüzden içimden geldiği gibi davrandım, abuk birkaç cümle kurdum.
Şu an mesajlaşıyoruz. Şenlikten şenliğe sigara içtim gibi bi şey dedi, çok ilginç. Kahve teklifimi de reddetti şu an. Ben de kahvaltı? diye bastırdım, bakalım ne olucak.
Laflarımı şimdiden hazırlıyorum. Kötü bi şey değil heralde plan yapmak, sonuçta düzgün bir dil ve etkili iletişimin büyük rolü var. Oley.
Kafam geçmiş olsaydı keşke.
14 Şubat 2009 Cumartesi
14 Şubat / B9 003
Titreyip kendine döner Almanya
Kitapları yakıyorlar meydanlarda
Bu kadar hiç uçamayacağım şu an. Bi an yazının devamında sıkılacağını düşünecek bunu okuyan. Ben önceden gülmüş olacağım. Kimse bilemez bunun olup olamayacağını.
Bu sabah yağmur var istanbulda. Hep dinlese herkes bu şarkıyı. Kafayı kırsa millet, vapurlardan inmeseler falan. Her yer inlese bu müzikle. Ne dersiniz? Hoş olmaz mı?
Ama bu sabah ağlamadım ben. Şarkı değiştirelim. Hatta hareketli bi şeyler olsa felan. Ama ben yarasa oldum bile. Şu an güneş yarı yarıya doğdu. Zerre enerjim kalmadı. Daha ne kadar sandalyede oturabilirim bilmiyorum, sırtımı çıkarıp uyumam gerekicek.
Ama hiç bi şarkı açamadım ben. Neden?
Açtım.
Bu şarkıdan da bahsediceğimi sanmayın. Bıraktım. Burdan sonra şarkı falan yok. Kapattık tükkanı. Naş.
Naş'tan sonra şu satırı yazmaya başlayana kadarki süre içinde gülerek, göbek atarak, oda spreyi sıktım. Etraf yine o kokudan oldu. Kafayı kırıp sarısına ekmek banmalı artık.
Sigaram kalmadı. Etraf oda spreyinden sonra nispeten daha iç açıcı koktu. Karga sesleri vardı bi önceki cümleyi yazarken, şimdi uçak sesleri var.
Lise'den özel ve güzel bir arkadaşım yıllık yazısı istedi benden. Yazıverdim hemen, zorlanmadım. Yapılabiliyormuş demek ki. 'Olé.
Güneş bütün haşmetini ben göremeden kazanıp yitirecek ben uyandığım zaman..
bir ötüş olarak,
bay bay
11 Şubat 2009 Çarşamba
Timur Selçuk - Sen Nerdesin (Saksağan Yorumu)
Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,
Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.
Bir kömür dumanıyle tütsülendi akşamlar,
Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar...
(Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,
Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.
Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:
Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda)
Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,
Yollarını bekledim görüneceksin diye.
Senin için kandiller tutuştu kendisinden,
Resmine sürme çektim kandillerin isinden.
Saksıda incilendi yapraklar senin için,
Söylendi gelmez diye uzaklar senin için...
Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,
Saatler son gecemin geçti cenazesiyle,
Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,
Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü...
Faruk Nafiz Çamlıbel
3 Şubat 2009 Salı
Ausencia
Onun yerine son günlerin özet haberlerini verip onların üstünden saykopatik çözümlemelere gitmeye çalışacağım.
Güzel plan. Yazının planı, paragraf temaları gibi şeyler vardı zamanında, gittiler. Zamanında bunlardan kurtulsam ne hoş olur diye düşünür dururdum. Şimdi kurtuldum ama kurtulduğumu unuttum, nerde kaldı o zaman bu hayatın zevki? tey..
Şimdi uğraştığım şeyler milyonların kullanıp içini bilmediği şeyler. Bu başlı başına garip bi his. Konu komşu, hısım akrabanın bilimum msn, skype ve daha nice sorunlarını çözecek kapı olmak da bambaşka bir his. Hislendim yine.
---
Bi de yani en sonunda düzgün diyebileceğim bir ilişkiye sahip olmuştum, çok sürmedi. Daha birbirimizi yeni tanımıştık, bitiverdi yılbaşından hemen önce. Ben daha yeni gerçek kimliğimi ortaya sürebilmiştim. Bu sürebilişim (bilişim bir serbest çağrışımdır burda) de zaten ayrılmamızın dillendirilmesini kapsayan birkaç saatlik bir konuşmanın doğurduğuydu. Oldu.
"İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar." Böyle de bir söz okudum bir facebook status'unda geçen gün. Doğru bi söz gibi geldi. Ben bu kızı sevdim, sonra aşık oldum yani bu söze göre. İyi. Ee?
Bir ay olmuş ondan beri. Mutsuz muyum, eh, yer yer. Hayat devam ediyor, yapabileceğim pek bir şey kalmadı. Bazen bir aile insanın içinde de yalnızım, bir okul insanın içinde de, bir memleket insanın içinde de ve o yalnız olduğum anlarda, balkonda pencereden içeriyi kollayarak sigara içtiğim zamanlarda üstüme başka bir yalnızlık çöker. Sanki benim seçimimmiş gibi, bi rahatlık ve değersizlik hissi. Size de oluyordur başka başka yerlerde, başka başka şekillerde, depremlerinizle zayıflayan kolonları artık dayanamayan yalnızlığınızın çöktüğü haller. Üzülmeyin, geçer. Müteahhit düşünceleriniz ve tecrübeleriniz, yerine daha zayıf bir bina diker.
---
Tatil başladığından beri pek az sigara içtim. Dikkatlerden kaçmayacak derece bir değişiklik. Bugün okulda İlhan'la görüştüğümüzde o bile bi değişmişsin abi dedi. İnsanın yüzü gözü bi açılıyor kardeşim, az değil. Ben de farkediyorum. Ama geri değişicem tatil bitince heralde. Sigarayı bırakmak için bir planım yok hala.
Ha, en son görüşmemizde sigara içmiyorum artık falan demişti işte sevdiğim kız. Anne olucaksınız, içmeyin sigara gibi bi cümle kurucaktım, neden bu kadar dede olayım ki dedim ve cümlenin sadece a'sı çıktı. Sonra güldüm tabi bi de üstüne, Aras da anlamadı, o da. Heh, oluyor bazen böyle kendi kendime komiklikler, hayat.
İtiraflar etmeliyim, meydanlarda bağırmalıyım, bi türlü durulmuyorum. Beynimdeki ses beynimi kemirmekte. Kafatasıma delik açasım geliyor, kafayı üşütüyor muyum bilmiyorum. O iç sese ayrı bir insan muamelesi yapıp konuşmayan ama yine de var olan bir kişilikle cevap verdiğim zaman şizofren olabilirim. Ama şu an bununda sözlü bir şekilde bile farkına vardığım için şizofreninin olasılığını düşürebiliriz. Oo, yes.
Bir türlü durulmuyorum, öfkeleniyorum, midem ekşiyor, sinirden sırtım kaşınıyor. Olmuyor. Özlüyorum galiba, ama dünya ahiret söylemem. Hayır, kesseniz söylemem, gerseniz, parçalasanız, para verseniz söylemem.
---
Çok kişiliklilik midir, kişiliksizlik midir benimkisi, çözemiyorum. Çok çevrelerin adamıyım. Yedi kralla barışık olmak diye bir deyim söyledi annem geçen. Öyleyim. Zor iş tabi, hoşgörülü olmam gerekiyor çoğu zaman, kibar ve sakin olmam gerekiyor. Herkesin her dediğine he demek değil yaptığım, uyumlu olmaya çalışmak sadece ve sadece. İçimdeki insan sevgisini nadir zamanlarda terk ediyorum. Ama zor bu işler, zor. Bazen kafayı yemek de var yedi kral yüzünden yedi değişik şekilde. Her çevreye bazen uyabiliyorsun, ama bazı çevrelere bazen uyamıyorsun.
Bazı insanlar gözüme çok tutarlı geliyor bu konuda. Adam çok rahat, hep tek türlü davranıyor, hoşuna gitmeyen çevreye girmiyor felan. Ha, ben sevmediğim çevrelerde miyim, tabii ki hayır. Burdaki sorun hiç bir çevreyi sevmemiyor olmam (yüklemin uyduruk çekimine dikkat). Bu yüzden herkes nasılsa ben de öyle davranıyorum biraz daha. Bu yaklaşımın avantajları ve dezavantajları var, yazmaya gerek yok, beyni olan isterse bu çıkarımları zaten yapar.
Çok uzatmaya da gerek yok aslında. Bitirelim. Nasıl?
http://fizy.org/yeOFontps62y
Ausencia, ausencia
Si asa um tivesse
Pa voa na esse distancia
Si um gazela um fosse
Pa corrê sem nem um cansera
Anton ja na bo seio
Um tava ba manchê
E nunca mas ausencia
Ta ser nôs lema
Ma sô na pensamento
Um ta viajà sem medo
Nha liberdade um tê'l
E sô na nha sonho
Na nha sonho miéforte
Um tem bô proteçäo
Um tem sô bô carinho
E bô sorriso
Ai solidäo tô'me
Sima sol sozim na céu
Sô ta brilhà ma ta cegà
Na sê claräo
Sem sabe pa onde lumia
Pa ondê bai
Ai solidäo é um sina
Ausencia, ausencia
ENGLISH TRANSLATION
Absence, absence...
If I got wings
To fly at that distance
If I was a gazzella
To run without getting tired
Then, at your side
I would see the daylight
And "absence never again"
It would be our lemma
But only in my thoughts
I travel without fear
I got my freedom
Only in my dreams
In my deep dreams
I have your protection
I have your love
And your smile
Oh, I’m feeling lonely
Like the Sun alone in the sky
The sunshine is blind
Can’t see his clarity
What he is illuminating
Where he goes next
Oh, solitude is my faith...
30 Ocak 2009 Cuma
Balkon, klima ve köz
Dün baktım, sigara yok. Rüzgar mı uçurdu, süpürdüler mi bilmiyorum ama ben sağ tarafa doğru kül silkerken sigaranın közünü klimalarının üzerine düşürdüm. Gözlüğüm de yoktu, hava mazgallarının üstüne düştü gibi gördüm.
Bugün gündüz gözlükle bi baktım, mazgal falan yokmuş. Neyse. Yalnız az önce közün yarısını klimadan çıkıp duvara giren siyah bir şeklin üstüne düşürdüm, gözlüğüm yine yoktu. Umuyorum ki hava transferi yapan bi boruyu delmedim, tatil vukuatlı başlasın istemiyoruz..
4eylül - 30ocak
algılarımı açtım çünkü Udo buraları bilmiyor, sürekli anlatmak lazım. Yorucu bir durum.
Ne kadar barzoluk varsa göstermiş olabiliriz İlhan'la beraber şu birkaç gün içinde Udo'ya. Okula kaçak sokmak, kuleye maymunlar gibi tırmanmak, otoyolda hız yapmak, bilardo, vesaire vesaire..
Biraz bi işsiz güçsüz ayaklardayım, evet, doğrudur. Sokak köpeklerine sevgi gösteriyorum, açlar halbuki. Çardak çardak geziyoruz sigaralarımla. Bi de rüzgara hep yüzümü dönüyorum, saçlarım dağılıyor öteki türlü.
Astrolojiyi bilmem ama biraz daha hırslı, çalışkan, hareketli, tutumlu gibi bir kadirello hazırlıyorum yeni akademik dönem için. Gibi. (Seviyeli) Eğlenceden pek geri kalacağımı sanmıyorum. Gereksiz melankoliye yol vereceğim sadece, daha sade (ve (bazen ya da çoğu zaman) ruhsuz) olacağım. Bu şekilde çok zaman kazanmayı planlıyorum.
Tiyatro projem boka saracak gibime geliyor
kısmet tabi. Olursa herkesi bekliyor olacağım, ayrıntısını duyururum.
Şahan bi müzik gazı veriyor. Öte yandan Hunting & Gathering Society'yi canlandırma planlarım da var. Bekleyip göreceğiz.
Yaz çok uzadı. Bu kadar tatile ihtiyacım yok. Öte yandan okulun açılmasını da iple çekmiyorum.
Hepinizi çok sevmiyorum,
Kadirello
PS: Bu yazıdan kimse kendine KÜÇÜCÜK bir pay dahi biçmesin lutfen. Öyle paylar yok kimseye, hepsi benim. Vay banane bunlardan, vay dakikalarımı geri istiyorum gibi itirazları da kabul etmiyorum."
4eylül2008
Udo, Türkiye'ye alıştı. Artık görüştüğümüz zamanlar konumuz Türkiye ilginçlikleri de olmuyor haliyle. Ders, okul falan konuşuyoruz normal bir şekilde. Hiç yorulmuyorum.
Artık bana hiç ihtiyaç duymuyor buralarda yaşayabilmek için, ne mutlu ona! Ama ben şimdi nerden bulucam arabaya atıp hız yapacağımız heyecanlı turist arkadaşı?
Ara tatile girdik, bi iki hafta öncesine kadar kaç şırınga kan aldılar bilmiyorum. Götü yayıyorum şu an.
Yeni dönemde yeni melankoller sevdi hayatımı. Üzerimden bir sevda daha geçti ki tır geçse gık etmem artık.
İnsanların ödevlerini yapmaya başladım, bu şekilde çok kazanmayı planlıyorum.
Tiyatro projemin anasını ağlattılar hep bir elden. Goncagül bir daha gözükmeyecek sahnede.
Şahan'ın gazları yalan, Hunting & Gathering yalan, Beatles tribute band yalan, Radiohead tribute band yalan. Bunlar hep yalan Hamit.
Ara tatil hiç uzamadı. Daha çok tatile ihtiyacım var. İp? İpe de okula da koyim, sana bi şey olmasın.
Hepinizi çok seviyorum,
Saksağan
PS: Herkes, her payı biçsin. Beni siz yarattınız, siz sevdiniz, siz dövdünüz, siz nefret ettiniz, siz özlediniz. Siz Hamit'ler, Ayşen'ler, Hamiyet'ler, Celal'ler, Nuriye'ler, Hayriye'ler! Ben sizlerle varım, siz olmadan hiç bir anlamı olmaz. Siz olmadan ben olmaz.
20/07/08 - Kesin
bu 'bazen anlayamama sorunu' dediğim şey sanırım anlam yüklemekten korkmaktan geliyor. -ya yanlış anladıysam? -böyle değil galiba gibi repliklere boğuluyorum bazen. vonnegut: "When I write, I feel like an armless, legless man with a crayon in his mouth.". ben okurken öyle hissediyorum. bunun gibi bir his biraz.
bu akşamın sorunu-ortaya-çıkaran iletişim ipliği şu:
-"[...]çok kesin yargılar bunlar arkadaşım. karpuz değil."
-"[ama] ama karpuz kesin bir şeydir? karpuz kesin. kes."
kesin sözcüğünden çağrışım yaptığı için dememiştim 'karpuz değil'i. bilinçsiz olarak demiş olabilir miyim? olamam diyemem. cevap, karpuzu bilinçli olarak söylediğimi varsayarak verilmiş olabilir-ki bu durumda güzel bi laf oyunu yapmış gibi varsayıldığımı (iletişebildiğimi hatta beğenildiğimi) düşünebilir ve egoma ego katabilirdim. bi dakika ama, o kasıtta değildim, noldu ego? heee, işte nolduğuna karar verememek. uğraşıp anlamlara ve anlamamalara pıt olmak. neler oluyor? beyin omlet.
cevabın devamının, geçmiş yazılara ithafen (türevi denerek) yazılmış olması kastedilen anlamı daha da anlaşılmaz kıldı bu kıyıda. karpuza bu kadar takmış beyin, yazının devamıyla mavi ekran vermek. karpuzu kesin'in anti-tezi olarak süren suratıma ustaca yapıştırılan 'karpuz kesin' sözü. kendi silahınla vurulduğunu anlamak. ama belki de cevap da kasıtlı değildi? :)
paranoya halim gittikçe kayboluyor. ama zaten anlayamama durumum daha eskiye ait. alakasız. anlayamama'nın paranoya'ya benimle beraber bay bay diyip yanımda kalması muhtemel.
beyin jimnastiği iyidir derdi ortaokul matematik hocam. kendisi beyin jimnastiği yapar durur hep, normal-insansal bi faydasını gördüğünü sanmıyorum. konu kaydı?
toparla. insan iletişimine anlam yüklemesini unuttuğum zamanlar oldukça jimnastik yapıyor olacağım sanırım. sorun demişim, sorun değil aslında.
niye sorun dedim? genelde sorun deneceğini düşündüğüm için. galiba.
23/07/08 - Süzgeç
filmden çok etkilendim. ben lisede küçük kaçamaklarımı deniz kenarında yapardım hep. çok güzel manzaraydı. kendim etkileniyordum romantizmden, kıza gösteriş yapmakla hiç alakası yok. filmi izlemeden nasıl bi duyguyu özlediğimi anlayamayacaksın. wristcutters: a love story.
sarı ışık altında içki içmeyi özledim ben. sarı ışıklarım olsa, altında küçük bi masa.
birine veda etmeyi çok özlemişim mesela, farkettim. çok az insana temelli veda etmişim zaten. (veda nası bi sözcük, neler oluyor?). o anlar çok hüzünlü olur, biliyorum. ilginç bir hazdır hüzünlenmek. neşenin zıttının yaşanmadığı bi hayatta neşenin tam anlamıyla neşe olması imkansızdır. orta seviyede hapsolmaktır. o uç hüzün seviyesine ulaşmayalı çok olmuştu, iki sene kadar. benim hayatıma göre uzun süre iki sene. tembelçizer çizmişti böyle bi şey. bulucam.
bu yazdıklarım aslında daha masum, daha çocuk gibi konuşan bazı duyguların süzgeçten geçerek ulaşan halleri. kabul buyurunuz..
04/08/08 - Ahtapot
"hissediyor musun?"
elbette bir insan sıcaklığı hissetim. ondan ötesi hissetmek istediğine göre.
"bunu kaybetmemek iyi."
yani, allahlar aşkına, belirgin olsunlar diye uğraştığım şeyleri hissettiğini görmezken böyle el üstüne el tutmak gibi saçma şeyler sinirimi bozuyor.
ayrıca evet, ereksiyonumu gizleyemedim. belirgin olsun diye uğraşmamıştım, of nasıl paranoyaya açık. neyse. yani karşı cinsin kokusuna karşı olan duyarlılığım hat safhalara ulaşabiliyor bazen. abazalık dememek lazım. cık.
aşık olmayı ve cinsel teması birbirine uzun süre yakıştıramadım. sebebi cinsel teması öğrenme biçimim sanırım. ama öğrenilenler değiştirilebilir. değiştiriyorum ve ereksiyonlar gizlenmiyor.
pardon demeyeceğim. öyle değil. biraz freud'yen düşünecek olursak - neyse.
neden bu kadar düşüncede/tartışmadayım? seni etkilemek için? inanmak zor. galiba evet.
günden güne itiraflarımın rütbeleri artıyor. gün gelince bunları nasıl okutacağım?
okutmak derdi ile yazmak sınırlandırabiliyor. yalnız kaldıkça gördüm ki bunu da sikine takmamaya başlıyorsun. çünkü dert ettiğinden uzak olmak değiştiriyor derdini. e yani, o zaman koy götüne, rahvan gitsin.
insanlar pragma yaşayabiliyorlar. ben de yaşamadım değil. ama sana pragma'yla yaklaşamıyorum. bu cümlenin yüklemi değişmek üzere, biliyorum. çok zaman da almayacak hani. olacak bir gün, sonra olmuş olacak olacak dediğim. sınırsız, eşiksiz bir şey. zamanla, yavaşça. nice dream'e bir kıta daha olacaksın. somut bir kıta değil ama, sözler olmayacak. bir gün göl kenarında sarhoş kafayla seni anacağız.
ahh. bu hayaller daha çekici olmaya devam ettikçe şansımız azalıyor. hmph.
verdiğin fotoraf cüzdanımda yerini aldı. sıfatsız bir tango arkadaşı olacaksan sadece, hayatıma böyle ahtapot hatıralar bırakmana izin vermeyeceğim, bilesin.
12/07/08 - Estir bakalım
yanlış klasöre bak ve 'aaa, bütün yazılar gitmiş' de. şaşırma, üzülme.
zaten hemen sonra bul doğru klasörü, hiçbir şey deme.
"Bir gün de kitapla göreyim seni"
Annecim, bir gün de o kastettiğin kitabın ders kitabı olmamasını diliyorum.
Göstermek için okuyor olmak istemediğimden data kitabım toz tutuyor bir yerlerde. Halbuki her gün şu cümleyi söylemesen okurdum belki, eserdi yani. esmek hani.
"KADİR, NAPIYOSUN SEN, SİGARA KOKUSU GELDİ!"
Sigara içiyorum belli ki. Ne bağırıyosun gecenin bi yarısı?
Sesini en çabuk yükselten sensin anne. Sana en çabuk karşı yüksek sesi veren de benim. Genelde sesimi yükseltmem ben. Kızgın olduğumda, evet. Kontrolsüz diyafram patlamaları tiyatronun eseri, alakası yok. Ama senin bu bağırmalarının sebebini bilemiyorum. Kronik rahatsızlık?
"Akıllı sanırdım seni de."
Eyvallah baba.
6 yaşındaydım sanırım. Sen kazancına, ait olduğun (evet) ekonomik zümreye bakmadan kumar oynardın. Bir gece benim bayram harçlıklarımı alıp gitmişsin. Anlamama izin vermediniz sonra ama sanırım anladım işte. Pardon. Ben seni akıllı sanmıyorum uzun zamandır.
"Herkesi eğlendiremezsin."
Yavşak bir bakış açısı yakalasam şimdi..
Herkesi eğlendiremem tabi, kimisi hiç eğlenmez. Bir de herkese ulaşamazsın, imkanlar el vermez. Gülmek de lüks bir şeymiş zaten, CMYLMZ öyle dedi. Müzik de lükstür di mi baba? Yani mutlu olmak lükstür gibi bir sonuca getirebilirim tüm bunları. E, yazık o zaman bize baba.
Yani, şimdi bu benim isyankarlığım (mustafa sandal'ın şarkısından sonra sözcüğü her beynimde bulduğumda şarkı da aklıma geliyor, yazık oldu) tipik bir ergen isyankarlığı olmasa gerek. Zira ergenlik bitecek bi ara ve çok şeyin aynı kalacağı konusunda sinyaller alıyorum şimdiden. Mesela, 'Sen hep bizim çocuğumuz olacaksın'.
hayır.
Post-script:
Yazdıklarımın tarzının biraz senin yazılarınınkine benzediğini görüyorum. Üstelik bunun hakkında bir şey yapasım da yok. varsın olsun.
11/08/08 - Eh
en çok para vermemelerine takıyorum sanırım. iki ay sonra vatandaş oluyorum, üç beş kuruş birikmiş param olsaydı kaymak olacaktı. sağlık oldu. hay..
çello derslerine mi girsem yine? aptal saptal kızlarla uğraşmaktan bıktım. enstrumanın seksapelitesi klişelerinden mmüthiş derecede sıkıldım. siz ne anlarsınız ki? düşündüğünüzden çok daha yüce bir seksapeliteden bahsediyorum ben. kelime 'seksapelite'den 'doğaüstü'ye değişir, bu derecede.
ps:bugün biri kadir dedi. nasıl bir şevkle dönüp baktım. olmadı.
14/08/08 - Довиждане
vazgeçtim. sana son yazım olma ihtimali çok yüksek.
insanlara hayranlık duyabiliyorsun. duyuyorsun.
baktım ki pek farkı yokmuş bana olan tavrının.
avrupa'da şurda burda kısa sürelere sığdırdığın insanlardan olmalıydım. şartlar onu sağlamadı, ötekisi de olmadı. özel olmak da herkes için hikaye değil mi nihayetinde?
kendi kendime gelin güvey olmaya bayılırım, yine oldum.
başka türlü olsun diye uğraştım. hile de yaptım, hile dersen.
söyleyebilirim istersen.
neyse, hepsi önemsiz. eski kafamı doldurdum yine yerine ben.
o söylediğim dönüşsüz seyahate çıkıyorum.
Довиждане Акаша,
Здравей Cамота
24/08/08 - Seni Bir Başkasına
unutulmuş bir çardaktaydık.
biralarla sarhoş olduk
ve dondurmacıdan aldığımız
sigara ateşinin
bilmem kaçıncı neslinin yaktığı
dumanı üflerken
dönüyorduk eve.
sallanıyorduk, anlıyorduk
ama çözemiyorduk.
seni ve onu.
bir güneş doğdu ve battı.
gece böceklerinin sesindeydik
bu sefer
yürüdük biraz
terkedilmiş bir evin
azgın bahçesinden geçtik.
betona oturduk.
silah sesleri geliyordu.
rizeli bir abiymiş.
solumuzdaki yüksek duvarın
ardındansa
kırık bir darbuka sesi geliyordu
eğlence, gürültü, gülüşmeler
ve geçkin bir adamın nağmeleri.
biz de gülüyorduk.
sonra ağlayacak olduk.
nasıl oluyordu da 'anlaşılamıyor'duk?
boş şişelerden daha boş olmuştuk.
ve her şeyi çiğnemeye hazırdık dostumla.
kendi sözlerimiz dahil.
ben onun sevmesini suçlayabiliyordum.
o da benimkini.
kendi sevmelerimizi suçlayamadık.
bitti.
şişeyi duvara attım, kırıldı.
alkışlar kopuyordu duvarın arkasında.
yine birkaç el silah sesi.
bir köpek havladı, kısacık.
bir sigara daha yandı.
eve dönerken
sallanıyorduk, anlıyorduk
ama çözemiyorduk.
seni ve onu.
07/09/08 - Barbarca
Gramer yok.
Kipler yok, zaman kipleri hiç yok.
Sıfatlar yok, zarflar yok.
Var olan tek soru, Türkçe karşılığı yaklaşık olarak ‘sen?’ olan ‘hııı’dır.
Hatırlamaya çalışmadığım diğer gramer öğeleri de yok. Yok ulan.
Özne birinci tekil şahıstır. Başka özne olmadığı gibi birinci özne için de bir sözcük yoktur. Sözcük de yoktur zaten. Barbarca, vücut dilinin yancısıdır. Duygular mimik, jest veya dokunmayla aktarılmalıdırlar. Mimikler ve jestler olabildiğince anlaşılır olmalıdır. Dokunmak ise Barbarca’nın insan ile olan direk bağıdır, olduğu gibi olmalıdır.
Kurucu Sözlük:
Hııı : sen?
Ggg : sevmek
Hhhh : açlık
(gırtlak seslisi) : uyku
Aaa : gitmek
(burundan nefes itme) : sıkıntı
Bbb : su
(boğaz hırlaması) : memnuniyet
Barbarca, basit bir hayatın basit dilidir. Kastedilenle anlaşılanın birbiriyle aynı olması amacıyla doğmuştur. Kurcalanması ve zenginleştirilmesi gereksizdir. Zenginleşme yanında ne kadar belirsizlik getiriyorsa o kadar kötüdür. Buna rağmen yeni sözcükler üretilmemesine dair bir düzenleme yoktur.
Barbar iletişiminde esas etkin öğeler vücut dilindedir. Barbarca, dediğim gibi, vücut dilinin yancısıdır, yakından ilintilidir. Ancak vücut diliyle beraber konuşulursa bir anlam ifade edebilir.
Vücut dili dahi bazen belirsizleşebilir lâkin fikr-i acizânem, var olan en kesin dil olduğu merkezindedir. İletişimde netlik aranmadığı an, başka bir dile geçilmelidir. Barbarca, günümüz dillerinin sunduğu zengin ifade seçeneklerini sunmak iddiasında değildir.
21/10/08 - Cumartesi
kafenin dışında
sigara içen
dazlak ve uzun montlu bir siluet
ben
en iyi ben
haniydi sevmek ve sevilmek
-di'li geçtiler
ve şimdi
niye aptal oldum biliyorum
telaşa gerek yok
saç dediğin uzar
paket dediğin biter
yara dediğin kapanır
bardak dediğin kırılır
kimisi sadece eğlenir
ama boynuz da törpülenir
telaşa hiç gerek yok
yavaş ol, rahat ol, bi sal
duy,
kokla,
sakla.
zaten
gelen günler benzemeyecek geçenlere
07/09/08 - Düşün ki
Empatiye su gibi ihtiyaç duyuyorsun, olmuyor, kimse yeltenmiyor bile. Düşün ki omzunda bir dost eli özlüyorsun, yok. Uzaktalar. 10 lira, birkaç saat, bir bahane, yolda içeceğin sigaralar, öksürükler, trende beynine işleyen satıcılar, yolda yutacağın bi çuval toz kadar uzaktalar.
Düşün ki neşeli insanları görüp kendi üzgünlüğüne üzülüyorsun. Ben de neşeli olsam diyorsun, oluyorsun da. Sonra bedelini ödüyorsun. Belki ödeyemiyorsun. Yazık.
Kusurları örtmede hep gece gibi oldun. Aslında bakınca gördün ki Mevlana'nın gösterdiği güzel insana benziyorsun. Yalnız göründüğün gibi olamıyorsun her zaman. Her insan farklı tanıyor seni; çünkü rollerinde can çekişiyorsun. O yüzden Mevlana da kapısından içeri almıyor seni.
Herkesi anlamaya çalışıyorsun. Anlaşılmayı seviyorsun çünkü.
Düşün ki küçük bir zamanı solumak için uğraşıyorsun onunla, usulünü tutturamıyorsun. Kendin gibi konuşmayı unutmuşsun. Belki bir kendin de yok. Neyse, komikleşmeyelim. Kırıcı olsunlar kastıyla söylenmemiş laflara kırılıyorsun ve darılıyorsun, barışıyorsun kendi kendine. Yüksek sesle küfür eden esnaftan, kartal'dan yükselen laz şarkısından, yarattığın sessizliğin telefonla bozulmasından nefret ettin.
Edilgen duygular peşindesin sanki. Olmuyor.
Düşün ki evden çıkıyorsun, hava sıcak. Çok sigara içtin, hala içiyorsun. Düşün ki birkaç gün önce canın sıkılarak oturduğun ve deliyi izlediğin bankta bugün sessizce ağlıyorsun. Çok az, azıcık ağlıyorsun, ne cesaretin ne mecalin var daha fazlasına. Düşün ki günlerdir dudaklarını ısırıp ağlamamaya çalıştın ve tutamadın artık, yerdeki izmaritlere bakarak erkek gözyaşları döktün. Sonra deli gelip seni gördü, gitti.
Düşün ki merak ederek başladığın bir işi bırakmak zorunda kaldın. Utandın.
Düşün ki hakaretler duyuyorsun günlerdir ailenden. Kimisi babasını kaybetmiş, özlüyor, kimisi annesini hiç görmemiş, bilmiyor. Sen nasıl bu durumdasın, anlamıyorsun.
Düşün ki hayat devam ediyor, sen noktacık bile değilsin koca dünyada. Gaza gelip sönüyorsun, susuyorsun. Anlaşılmaya çalışıyorsun yazdıklarında. Milyonlarca virgülün var, neden? Neden ikinci tekil şahısa yazdın? Açık yazdığını sanıyorsun, sonra bi okuyorsun, o kadar da açık değiller. Dönüp açıklamak istemiyorsun, bitiriyorsun.
Düşün ki özetle kötü hissediyorsun
ya da düşünme, ko götüne
hı?
temmuz/08 - Ev Sıkıntısı
Toprak yollar, beton yollar, asfalt yollar. Sıcak yerden yükseliyordu. Öldürücü. Bunaldım. Ciğerlerimi de yakıyorum üstelik deyip kendime kızmaya çalıştım bi an. Bir nefes çektim.
Yukarı yürüdüm, aşağı yürüdüm. Görecek bir şey yok. Gelip geçen insanlara baktım uzun uzun, kaşlarım çatık. Birkaç damla ter birikti kaşlarıma, gölgeye sığındım.
Yarım daire şeklinde bi bank buldum oturdum. Ağaç, sarmaşık gölgesi serinletti. Oturdum, birinci bitti, ikinciyi yaktım. Sonra sesleri farkettim. Meğer bizim buranın da bi delisi varmış. Kebapçılar laflıyordu deliyle. Anlam veremediğim, ı ve ö arası bir sesli harfle bağırıp susuyordu deli. Araba seslerine benzer sesler de çıkarıyordu arada. Üstündeki tişört pisti. Pantolonun içine tıkıştırmış tişörtü, kemeri sıkıydı. Dengesiz bir yürüyüşle yaklaştı. Bana sırtı dönük, bankın öteki tarafına oturdu. Sigara vermişler, her nefesten sonra tükürdü.
Berber kokan bir adam yaklaştı. Saçı düzgün, gömleği ütülü, sakalsız bir adamdı. Deliyi gördü, yüzündeki boş ifade gitti, yerine alay eden ifade geldi. Alay ediyor da olsa yüzü güldü, hayatla doldu berber kokan adam. Sövsene şu kebapçılara dedi deliye. Kim verdi sigarayı dedi, deli de ı-ö sesiyle kebapçıları gösterdi. Kebapçılara ve kopya cd satan abiye selam verdi adam. Sonra gitti, berber kokusu da adamı takip etti.
Deli sigarasını bitiriyordu. Ben de bitiriyordum. Dikkat ettim, her çıkardığı sesten sonra insanlar deliye sus işaretleri yapıyordu. Soru sorup konuşturmaya çalışıp sonra da sus demek çok adice değil mi? Yazık dedim. İçimden bi küfür salladım esnafa. Sigaram bitti.
Deli de bitirdi sigarayı, kalktı. Cebinden sarı bi şapka çıkardı, üzerinde 'şu şu harfiyat' 'bu bu beton' 'hoppala nakliyat' yazan cinsten bi şapkaydı. Şapkayı kafasına yapıştırıp güneşe daldı.
Kebapçılar susmuşlardı delinin gitmesiyle. Ben de ayaklandım. Sonra bacaklandım, adımlandım. Canım sıkıldı. 'Şimdi Uzaklardasın'ı söyleye söyleye evin yolunu tuttum.
temmuz/08 - Ev Sıkıntısı II
Günün ilerleyen saatlerinde iki sigara içtim. Sinek ordaydı ikisinde de. Aynı rutinde, küçük hareketler, uçuşlar. Evcil (ya da balkoncul) arkadaşım, sinek. Akşamki sigaramda yoktu artık.
Bu sabah ölü buldum sineği. Masanın camının üstüne yığılmış, 'ben hayattan alacağımı aldım' der gibi ölmüş. Sağ kanadından tuttum, menekşelerin dibine yatırdım. Ben ve sinek arkadaşlar hemen kıldık namazını. 'Nasıl bilirdiniz?' dedim, 'iyi bilirdik' vızladılar. Uzunca okudum, saydım. Sonra 'el-fææætighÆ!' dedim. Vısır vısır okudular, amin vızdılar. Vonra vızsızca vağıldılazzz. Ven de vızdım vittimzz. Vıza vıza venim vızım vırvızızım. Vızı vıp vızırvızızım. Vızzz....
17/08/08 - Göçmenler
hoşuma gitti.
insanlarım çok ezilmişler, bakıyorum. birkaç tane trakya türküsü açtım, sus pus oldular. eğlenmediler, hüzünlenir gibi oldular. kırgınlar.
ordan türksünüz denerek kovulup burda bulgar denerek kabul edilmeyenler bu insanlar. kırgınlar.
ve ben düşünme şansı elde ettiğim için şanslıyım. göçmenliği bir 'karizma' unsuru olarak kullanabiliyorum bile, bu kadar da adilik!. şaka bi yana, özgürce ben buyum diyebileceğim bir çevrem var, şanslıyım. onlarsa mhp yandaşları olmak zorunda hissediyorlar kendilerini. kürtlere herkesten daha sert davranıyorlar. gereksiz.
her durumda biraz hoş görüye ihtiyacımız olduğu kesin.
Herkesi eğlendiremezsin - revised
yeri gelmişken, bunu okuyan büyük insanlar ne kadar ergen olduğumu düşünüp sallamayabilirler, ben yine de söylerim, büyük çatışmalarım var. küçük insanlarsa anlamayacaklardır, anlatmayacağım.
---
bi de galiba çabuk kaptırıyorum kendimi zevk aldığım şeylere. aah, ah, görmeseydim kötü günler, iyi günler...
-iyi günler. burdan kadıköy'e nası giderim?
(üç nokta sonra)
-loto'yu otobüste unutmuşsun. getireyim, nerdesin?
duymasaydım
-yakışmadı o si bemol sana. biraz vurgu lazım ona.
ya da
-SEVMİYORUM SENİ ARTIK, GİT, SEVMİYORUM İŞTE!!
bilmeseydim, dokunmamış olsaydım, almasaydım kokular, tatmasaydım dudaklar. yeniden başlamak istiyorum.
ve otomatik çim sulama fıskiyelerinden geldi beklediğim yağmur sesi. olsun.
---
hep söylerim,
'buralardan çırılçıplak, koşarak kaçmak istiyorum' diye. nereye kaçıyosun lan, salak? nereye? mal mısın?
sanki insan her yerde insan değil. kendim hariç her şeyi bıraksam neye yarar, ben kendimi düzeltebilsem hiç sorunum kalmaz ki ulan?
hep bi adilik, hep bi bi şey. BBshei
---
zor geliyor her şey. ders çalışmam, mühendis olmam lazım. iyi bir torun, iyi bir evlat, iyi bir abi, zamanı gelince iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir dede, iyi bir müzisyen, iyi konuşan insan, iyi yazan, iyi üreten insan olmam gerek. iyi müzisyen olmak isterim. iyi konuşmak, etkilemek de isterim. bok gibi param olsun da isterim. iyi bir dede olmak da isterim.
uzakta bunlar hep.
---
saçmalamaya başlamadım daha, öyle düşünme sayın okuyucu. daha çok var.
mesela şostakoviç çok iyi çello çalarmış. ama amuda kalkamazdı bence. ya da b-boy junior hayal edilemez şekilde break dance yapıyor olabilir ama o da çello çalamaz gibime geliyor. farklılar işte birbirlerinden, sadece bunu söylemek istedim.
sarhoş değilim, düşünüyorum sadece.
bunu da açıklığa kavuşturmak gerekiyordu yazının bir yerinde, hallettim.
---
'herkesi eğlendiremezsin' e
'mühim olan uğraşmak' deyip uğraşmaya devam edebilirim.
ama içimden gelmiyor.
uğraşmak eylemi içimden gelmiyor pek şu sıralar. hormonlar düzeyindeki aşklardan sıkılıp yeni bir bakışa sahip olmaya çalıştım. olduğumu sanıyorum. olmamışımdır ama, di mi?
gitsem ya da kalsam ya da sussam ya da konuşsam
istediğim ifade yok hiçbirinde. ben seviyorum sadece. çocukça değil, insanca.
evet, yüklemeye çalışıyorum yükümün bi kısmını başkasına. evet, benimle ilgilensin diye ilgileniyorum başkasıyla. çok korkunç şeyler değil bunlar, bunlar doğa.
uğraştırmayın beni, biraz yardım etseniz
yeter
sadece sevmek var içimde
yalnızlığımı paylaşsam, yeter.
ama fazlasına da varım her zaman.
---
zaten anlatmak dediğimiz şey hep kısır. kendimi de kandırmıyorum ha, burası blogger ve ben Nazım Hikmet değilim. siz de mükemmel okuyucular değilsiniz. yani demek istediğim ben romantik bir ergen değilim, siz de uzman sosyal analistler değilsiniz, uğraşmayın biraz. en azından bazen uğraşmayın. bi salın. sal.
'all you need is love,
love is all you need.'
18/08/08 - İşçiler
Karın tokluğuna it gibi çalıştırılmalarının yanında ofis-gerizekalılarından gördükleri muameleyi gördüm. Bilgi İşlem müdürü, sayın orospu çocuğu ibne, işçilerle en samimi olan İbrahim abiye bi gün 'bu kadar münasebete girme bunlarla' dedi. Kodumunun çocuğu, onlar da yavrularını beslemek için uğraşıyorlar. Üstelik senin gibi kıçını büyüterek, sömürerek, kaytararak da değil.
Kimisi çok dindar, kimisi hiç değil bu adamların. Bi tane uzun saçlı genç gördüm, gerisi hep normal vatandaş. İyi niyetli insanlar hep. Ama kimisi bana götlük yapan fabrikaya ben de götlük yaparım demiş. Kaytarmanın hesabında. Haksız değiller. Kimisi sürekli buna şükür diyor. Ha, gel gelelim bi tane solcuya rastladım mı? Hayır.
Bilmiyor da değiller belki de. Cesaret edemiyorlar. Evde bekleyenleri var. Bi ay çalışmazsa sokağa düşecek durumdakiler var. Bu adamlar, kimilerinin oğlu mersedese binsin, kimileri mayamilere gitsin, kimileri yatlar katlar düzsün, kimileri yedi ceddini paraya boğsun diye kendi belinin okunu kıranlar. Uzun çalışma saatleri. Üç vardiya. Geç emeklilik. Hayatları her daim tehlike altında. Sıcak makinalar, bobinler adamı bi saniyede kömür eder. Gürültüden kamyon sesini duymazsın, ölürsün.
İleride ben de ofis elemanı olacağım büyük ihtimalle. Belki kendi işimde çalışırım. Özetle etimle, kemiğimle para kazanıyor olmayacağım, evet. Ama asgari ücreti sikerim, herkese hakketiğini vereceğimi biliyorum.
Komik bir şey; burda içeri giriş için manyetik kartlı turnikeler var. Bazı işçiler bu kartlarını cüzdana koymuşlar, turnikeye önce bi kıç atıyolar, sonra geçiyolar. Çok mizah dolu geldi bana. Fabrikaya kıçım girsin gibi bir söylemin dile getirilmemiş yansıması gibi düşündüm. Bunu düşünerek mi yapıyorlar bilmiyorum, ama kutluyorum, belki birileri bi mesaj kapar yine de. artık ben de turnikelere kıç atıyorum.