İki gün önce alt komşunun balkon çıkıntısına yarım sigara düşürdüm. Balkonlarını kapatmışlar, böyle pimapen falan. Sigara da pencere plastiğine dokunur şekilde düştü anasını satem.
Dün baktım, sigara yok. Rüzgar mı uçurdu, süpürdüler mi bilmiyorum ama ben sağ tarafa doğru kül silkerken sigaranın közünü klimalarının üzerine düşürdüm. Gözlüğüm de yoktu, hava mazgallarının üstüne düştü gibi gördüm.
Bugün gündüz gözlükle bi baktım, mazgal falan yokmuş. Neyse. Yalnız az önce közün yarısını klimadan çıkıp duvara giren siyah bir şeklin üstüne düşürdüm, gözlüğüm yine yoktu. Umuyorum ki hava transferi yapan bi boruyu delmedim, tatil vukuatlı başlasın istemiyoruz..
30 Ocak 2009 Cuma
4eylül - 30ocak
"Birkaç gündür Udo hayatıma renk katıyor. Her gün görüp de tınlamadığım şeylere
algılarımı açtım çünkü Udo buraları bilmiyor, sürekli anlatmak lazım. Yorucu bir durum.
Ne kadar barzoluk varsa göstermiş olabiliriz İlhan'la beraber şu birkaç gün içinde Udo'ya. Okula kaçak sokmak, kuleye maymunlar gibi tırmanmak, otoyolda hız yapmak, bilardo, vesaire vesaire..
Biraz bi işsiz güçsüz ayaklardayım, evet, doğrudur. Sokak köpeklerine sevgi gösteriyorum, açlar halbuki. Çardak çardak geziyoruz sigaralarımla. Bi de rüzgara hep yüzümü dönüyorum, saçlarım dağılıyor öteki türlü.
Astrolojiyi bilmem ama biraz daha hırslı, çalışkan, hareketli, tutumlu gibi bir kadirello hazırlıyorum yeni akademik dönem için. Gibi. (Seviyeli) Eğlenceden pek geri kalacağımı sanmıyorum. Gereksiz melankoliye yol vereceğim sadece, daha sade (ve (bazen ya da çoğu zaman) ruhsuz) olacağım. Bu şekilde çok zaman kazanmayı planlıyorum.
Tiyatro projem boka saracak gibime geliyor
kısmet tabi. Olursa herkesi bekliyor olacağım, ayrıntısını duyururum.
Şahan bi müzik gazı veriyor. Öte yandan Hunting & Gathering Society'yi canlandırma planlarım da var. Bekleyip göreceğiz.
Yaz çok uzadı. Bu kadar tatile ihtiyacım yok. Öte yandan okulun açılmasını da iple çekmiyorum.
Hepinizi çok sevmiyorum,
Kadirello
PS: Bu yazıdan kimse kendine KÜÇÜCÜK bir pay dahi biçmesin lutfen. Öyle paylar yok kimseye, hepsi benim. Vay banane bunlardan, vay dakikalarımı geri istiyorum gibi itirazları da kabul etmiyorum."
4eylül2008
Udo, Türkiye'ye alıştı. Artık görüştüğümüz zamanlar konumuz Türkiye ilginçlikleri de olmuyor haliyle. Ders, okul falan konuşuyoruz normal bir şekilde. Hiç yorulmuyorum.
Artık bana hiç ihtiyaç duymuyor buralarda yaşayabilmek için, ne mutlu ona! Ama ben şimdi nerden bulucam arabaya atıp hız yapacağımız heyecanlı turist arkadaşı?
Ara tatile girdik, bi iki hafta öncesine kadar kaç şırınga kan aldılar bilmiyorum. Götü yayıyorum şu an.
Yeni dönemde yeni melankoller sevdi hayatımı. Üzerimden bir sevda daha geçti ki tır geçse gık etmem artık.
İnsanların ödevlerini yapmaya başladım, bu şekilde çok kazanmayı planlıyorum.
Tiyatro projemin anasını ağlattılar hep bir elden. Goncagül bir daha gözükmeyecek sahnede.
Şahan'ın gazları yalan, Hunting & Gathering yalan, Beatles tribute band yalan, Radiohead tribute band yalan. Bunlar hep yalan Hamit.
Ara tatil hiç uzamadı. Daha çok tatile ihtiyacım var. İp? İpe de okula da koyim, sana bi şey olmasın.
Hepinizi çok seviyorum,
Saksağan
PS: Herkes, her payı biçsin. Beni siz yarattınız, siz sevdiniz, siz dövdünüz, siz nefret ettiniz, siz özlediniz. Siz Hamit'ler, Ayşen'ler, Hamiyet'ler, Celal'ler, Nuriye'ler, Hayriye'ler! Ben sizlerle varım, siz olmadan hiç bir anlamı olmaz. Siz olmadan ben olmaz.
algılarımı açtım çünkü Udo buraları bilmiyor, sürekli anlatmak lazım. Yorucu bir durum.
Ne kadar barzoluk varsa göstermiş olabiliriz İlhan'la beraber şu birkaç gün içinde Udo'ya. Okula kaçak sokmak, kuleye maymunlar gibi tırmanmak, otoyolda hız yapmak, bilardo, vesaire vesaire..
Biraz bi işsiz güçsüz ayaklardayım, evet, doğrudur. Sokak köpeklerine sevgi gösteriyorum, açlar halbuki. Çardak çardak geziyoruz sigaralarımla. Bi de rüzgara hep yüzümü dönüyorum, saçlarım dağılıyor öteki türlü.
Astrolojiyi bilmem ama biraz daha hırslı, çalışkan, hareketli, tutumlu gibi bir kadirello hazırlıyorum yeni akademik dönem için. Gibi. (Seviyeli) Eğlenceden pek geri kalacağımı sanmıyorum. Gereksiz melankoliye yol vereceğim sadece, daha sade (ve (bazen ya da çoğu zaman) ruhsuz) olacağım. Bu şekilde çok zaman kazanmayı planlıyorum.
Tiyatro projem boka saracak gibime geliyor
kısmet tabi. Olursa herkesi bekliyor olacağım, ayrıntısını duyururum.
Şahan bi müzik gazı veriyor. Öte yandan Hunting & Gathering Society'yi canlandırma planlarım da var. Bekleyip göreceğiz.
Yaz çok uzadı. Bu kadar tatile ihtiyacım yok. Öte yandan okulun açılmasını da iple çekmiyorum.
Hepinizi çok sevmiyorum,
Kadirello
PS: Bu yazıdan kimse kendine KÜÇÜCÜK bir pay dahi biçmesin lutfen. Öyle paylar yok kimseye, hepsi benim. Vay banane bunlardan, vay dakikalarımı geri istiyorum gibi itirazları da kabul etmiyorum."
4eylül2008
Udo, Türkiye'ye alıştı. Artık görüştüğümüz zamanlar konumuz Türkiye ilginçlikleri de olmuyor haliyle. Ders, okul falan konuşuyoruz normal bir şekilde. Hiç yorulmuyorum.
Artık bana hiç ihtiyaç duymuyor buralarda yaşayabilmek için, ne mutlu ona! Ama ben şimdi nerden bulucam arabaya atıp hız yapacağımız heyecanlı turist arkadaşı?
Ara tatile girdik, bi iki hafta öncesine kadar kaç şırınga kan aldılar bilmiyorum. Götü yayıyorum şu an.
Yeni dönemde yeni melankoller sevdi hayatımı. Üzerimden bir sevda daha geçti ki tır geçse gık etmem artık.
İnsanların ödevlerini yapmaya başladım, bu şekilde çok kazanmayı planlıyorum.
Tiyatro projemin anasını ağlattılar hep bir elden. Goncagül bir daha gözükmeyecek sahnede.
Şahan'ın gazları yalan, Hunting & Gathering yalan, Beatles tribute band yalan, Radiohead tribute band yalan. Bunlar hep yalan Hamit.
Ara tatil hiç uzamadı. Daha çok tatile ihtiyacım var. İp? İpe de okula da koyim, sana bi şey olmasın.
Hepinizi çok seviyorum,
Saksağan
PS: Herkes, her payı biçsin. Beni siz yarattınız, siz sevdiniz, siz dövdünüz, siz nefret ettiniz, siz özlediniz. Siz Hamit'ler, Ayşen'ler, Hamiyet'ler, Celal'ler, Nuriye'ler, Hayriye'ler! Ben sizlerle varım, siz olmadan hiç bir anlamı olmaz. Siz olmadan ben olmaz.
20/07/08 - Kesin
başkalarına da oluyor mudur bilmem ama ben bazen anlayamama sorunları yaşıyorum. başkalarına olup olmamasının ne alakası var, bilmiyorum. konuyu saptırmayayım.
bu 'bazen anlayamama sorunu' dediğim şey sanırım anlam yüklemekten korkmaktan geliyor. -ya yanlış anladıysam? -böyle değil galiba gibi repliklere boğuluyorum bazen. vonnegut: "When I write, I feel like an armless, legless man with a crayon in his mouth.". ben okurken öyle hissediyorum. bunun gibi bir his biraz.
bu akşamın sorunu-ortaya-çıkaran iletişim ipliği şu:
-"[...]çok kesin yargılar bunlar arkadaşım. karpuz değil."
-"[ama] ama karpuz kesin bir şeydir? karpuz kesin. kes."
kesin sözcüğünden çağrışım yaptığı için dememiştim 'karpuz değil'i. bilinçsiz olarak demiş olabilir miyim? olamam diyemem. cevap, karpuzu bilinçli olarak söylediğimi varsayarak verilmiş olabilir-ki bu durumda güzel bi laf oyunu yapmış gibi varsayıldığımı (iletişebildiğimi hatta beğenildiğimi) düşünebilir ve egoma ego katabilirdim. bi dakika ama, o kasıtta değildim, noldu ego? heee, işte nolduğuna karar verememek. uğraşıp anlamlara ve anlamamalara pıt olmak. neler oluyor? beyin omlet.
cevabın devamının, geçmiş yazılara ithafen (türevi denerek) yazılmış olması kastedilen anlamı daha da anlaşılmaz kıldı bu kıyıda. karpuza bu kadar takmış beyin, yazının devamıyla mavi ekran vermek. karpuzu kesin'in anti-tezi olarak süren suratıma ustaca yapıştırılan 'karpuz kesin' sözü. kendi silahınla vurulduğunu anlamak. ama belki de cevap da kasıtlı değildi? :)
paranoya halim gittikçe kayboluyor. ama zaten anlayamama durumum daha eskiye ait. alakasız. anlayamama'nın paranoya'ya benimle beraber bay bay diyip yanımda kalması muhtemel.
beyin jimnastiği iyidir derdi ortaokul matematik hocam. kendisi beyin jimnastiği yapar durur hep, normal-insansal bi faydasını gördüğünü sanmıyorum. konu kaydı?
toparla. insan iletişimine anlam yüklemesini unuttuğum zamanlar oldukça jimnastik yapıyor olacağım sanırım. sorun demişim, sorun değil aslında.
niye sorun dedim? genelde sorun deneceğini düşündüğüm için. galiba.
bu 'bazen anlayamama sorunu' dediğim şey sanırım anlam yüklemekten korkmaktan geliyor. -ya yanlış anladıysam? -böyle değil galiba gibi repliklere boğuluyorum bazen. vonnegut: "When I write, I feel like an armless, legless man with a crayon in his mouth.". ben okurken öyle hissediyorum. bunun gibi bir his biraz.
bu akşamın sorunu-ortaya-çıkaran iletişim ipliği şu:
-"[...]çok kesin yargılar bunlar arkadaşım. karpuz değil."
-"[ama] ama karpuz kesin bir şeydir? karpuz kesin. kes."
kesin sözcüğünden çağrışım yaptığı için dememiştim 'karpuz değil'i. bilinçsiz olarak demiş olabilir miyim? olamam diyemem. cevap, karpuzu bilinçli olarak söylediğimi varsayarak verilmiş olabilir-ki bu durumda güzel bi laf oyunu yapmış gibi varsayıldığımı (iletişebildiğimi hatta beğenildiğimi) düşünebilir ve egoma ego katabilirdim. bi dakika ama, o kasıtta değildim, noldu ego? heee, işte nolduğuna karar verememek. uğraşıp anlamlara ve anlamamalara pıt olmak. neler oluyor? beyin omlet.
cevabın devamının, geçmiş yazılara ithafen (türevi denerek) yazılmış olması kastedilen anlamı daha da anlaşılmaz kıldı bu kıyıda. karpuza bu kadar takmış beyin, yazının devamıyla mavi ekran vermek. karpuzu kesin'in anti-tezi olarak süren suratıma ustaca yapıştırılan 'karpuz kesin' sözü. kendi silahınla vurulduğunu anlamak. ama belki de cevap da kasıtlı değildi? :)
paranoya halim gittikçe kayboluyor. ama zaten anlayamama durumum daha eskiye ait. alakasız. anlayamama'nın paranoya'ya benimle beraber bay bay diyip yanımda kalması muhtemel.
beyin jimnastiği iyidir derdi ortaokul matematik hocam. kendisi beyin jimnastiği yapar durur hep, normal-insansal bi faydasını gördüğünü sanmıyorum. konu kaydı?
toparla. insan iletişimine anlam yüklemesini unuttuğum zamanlar oldukça jimnastik yapıyor olacağım sanırım. sorun demişim, sorun değil aslında.
niye sorun dedim? genelde sorun deneceğini düşündüğüm için. galiba.
23/07/08 - Süzgeç
hani avrupa kentlerindeki sokak göstericileri var ya. onlardan olucam ben. çok imrendim. üç beş bozuklukla gününü geçiriyo adam. ertesi gün kısmet. cesaret ister abicim. ha, ben cesaretli görüneyim diye düşünmüyorum bunu, o ayrı konu.
filmden çok etkilendim. ben lisede küçük kaçamaklarımı deniz kenarında yapardım hep. çok güzel manzaraydı. kendim etkileniyordum romantizmden, kıza gösteriş yapmakla hiç alakası yok. filmi izlemeden nasıl bi duyguyu özlediğimi anlayamayacaksın. wristcutters: a love story.
sarı ışık altında içki içmeyi özledim ben. sarı ışıklarım olsa, altında küçük bi masa.
birine veda etmeyi çok özlemişim mesela, farkettim. çok az insana temelli veda etmişim zaten. (veda nası bi sözcük, neler oluyor?). o anlar çok hüzünlü olur, biliyorum. ilginç bir hazdır hüzünlenmek. neşenin zıttının yaşanmadığı bi hayatta neşenin tam anlamıyla neşe olması imkansızdır. orta seviyede hapsolmaktır. o uç hüzün seviyesine ulaşmayalı çok olmuştu, iki sene kadar. benim hayatıma göre uzun süre iki sene. tembelçizer çizmişti böyle bi şey. bulucam.
bu yazdıklarım aslında daha masum, daha çocuk gibi konuşan bazı duyguların süzgeçten geçerek ulaşan halleri. kabul buyurunuz..
filmden çok etkilendim. ben lisede küçük kaçamaklarımı deniz kenarında yapardım hep. çok güzel manzaraydı. kendim etkileniyordum romantizmden, kıza gösteriş yapmakla hiç alakası yok. filmi izlemeden nasıl bi duyguyu özlediğimi anlayamayacaksın. wristcutters: a love story.
sarı ışık altında içki içmeyi özledim ben. sarı ışıklarım olsa, altında küçük bi masa.
birine veda etmeyi çok özlemişim mesela, farkettim. çok az insana temelli veda etmişim zaten. (veda nası bi sözcük, neler oluyor?). o anlar çok hüzünlü olur, biliyorum. ilginç bir hazdır hüzünlenmek. neşenin zıttının yaşanmadığı bi hayatta neşenin tam anlamıyla neşe olması imkansızdır. orta seviyede hapsolmaktır. o uç hüzün seviyesine ulaşmayalı çok olmuştu, iki sene kadar. benim hayatıma göre uzun süre iki sene. tembelçizer çizmişti böyle bi şey. bulucam.
bu yazdıklarım aslında daha masum, daha çocuk gibi konuşan bazı duyguların süzgeçten geçerek ulaşan halleri. kabul buyurunuz..
04/08/08 - Ahtapot
elini elimin üstünde tuttun.
"hissediyor musun?"
elbette bir insan sıcaklığı hissetim. ondan ötesi hissetmek istediğine göre.
"bunu kaybetmemek iyi."
yani, allahlar aşkına, belirgin olsunlar diye uğraştığım şeyleri hissettiğini görmezken böyle el üstüne el tutmak gibi saçma şeyler sinirimi bozuyor.
ayrıca evet, ereksiyonumu gizleyemedim. belirgin olsun diye uğraşmamıştım, of nasıl paranoyaya açık. neyse. yani karşı cinsin kokusuna karşı olan duyarlılığım hat safhalara ulaşabiliyor bazen. abazalık dememek lazım. cık.
aşık olmayı ve cinsel teması birbirine uzun süre yakıştıramadım. sebebi cinsel teması öğrenme biçimim sanırım. ama öğrenilenler değiştirilebilir. değiştiriyorum ve ereksiyonlar gizlenmiyor.
pardon demeyeceğim. öyle değil. biraz freud'yen düşünecek olursak - neyse.
neden bu kadar düşüncede/tartışmadayım? seni etkilemek için? inanmak zor. galiba evet.
günden güne itiraflarımın rütbeleri artıyor. gün gelince bunları nasıl okutacağım?
okutmak derdi ile yazmak sınırlandırabiliyor. yalnız kaldıkça gördüm ki bunu da sikine takmamaya başlıyorsun. çünkü dert ettiğinden uzak olmak değiştiriyor derdini. e yani, o zaman koy götüne, rahvan gitsin.
insanlar pragma yaşayabiliyorlar. ben de yaşamadım değil. ama sana pragma'yla yaklaşamıyorum. bu cümlenin yüklemi değişmek üzere, biliyorum. çok zaman da almayacak hani. olacak bir gün, sonra olmuş olacak olacak dediğim. sınırsız, eşiksiz bir şey. zamanla, yavaşça. nice dream'e bir kıta daha olacaksın. somut bir kıta değil ama, sözler olmayacak. bir gün göl kenarında sarhoş kafayla seni anacağız.
ahh. bu hayaller daha çekici olmaya devam ettikçe şansımız azalıyor. hmph.
verdiğin fotoraf cüzdanımda yerini aldı. sıfatsız bir tango arkadaşı olacaksan sadece, hayatıma böyle ahtapot hatıralar bırakmana izin vermeyeceğim, bilesin.
"hissediyor musun?"
elbette bir insan sıcaklığı hissetim. ondan ötesi hissetmek istediğine göre.
"bunu kaybetmemek iyi."
yani, allahlar aşkına, belirgin olsunlar diye uğraştığım şeyleri hissettiğini görmezken böyle el üstüne el tutmak gibi saçma şeyler sinirimi bozuyor.
ayrıca evet, ereksiyonumu gizleyemedim. belirgin olsun diye uğraşmamıştım, of nasıl paranoyaya açık. neyse. yani karşı cinsin kokusuna karşı olan duyarlılığım hat safhalara ulaşabiliyor bazen. abazalık dememek lazım. cık.
aşık olmayı ve cinsel teması birbirine uzun süre yakıştıramadım. sebebi cinsel teması öğrenme biçimim sanırım. ama öğrenilenler değiştirilebilir. değiştiriyorum ve ereksiyonlar gizlenmiyor.
pardon demeyeceğim. öyle değil. biraz freud'yen düşünecek olursak - neyse.
neden bu kadar düşüncede/tartışmadayım? seni etkilemek için? inanmak zor. galiba evet.
günden güne itiraflarımın rütbeleri artıyor. gün gelince bunları nasıl okutacağım?
okutmak derdi ile yazmak sınırlandırabiliyor. yalnız kaldıkça gördüm ki bunu da sikine takmamaya başlıyorsun. çünkü dert ettiğinden uzak olmak değiştiriyor derdini. e yani, o zaman koy götüne, rahvan gitsin.
insanlar pragma yaşayabiliyorlar. ben de yaşamadım değil. ama sana pragma'yla yaklaşamıyorum. bu cümlenin yüklemi değişmek üzere, biliyorum. çok zaman da almayacak hani. olacak bir gün, sonra olmuş olacak olacak dediğim. sınırsız, eşiksiz bir şey. zamanla, yavaşça. nice dream'e bir kıta daha olacaksın. somut bir kıta değil ama, sözler olmayacak. bir gün göl kenarında sarhoş kafayla seni anacağız.
ahh. bu hayaller daha çekici olmaya devam ettikçe şansımız azalıyor. hmph.
verdiğin fotoraf cüzdanımda yerini aldı. sıfatsız bir tango arkadaşı olacaksan sadece, hayatıma böyle ahtapot hatıralar bırakmana izin vermeyeceğim, bilesin.
12/07/08 - Estir bakalım
Pre-script:
yanlış klasöre bak ve 'aaa, bütün yazılar gitmiş' de. şaşırma, üzülme.
zaten hemen sonra bul doğru klasörü, hiçbir şey deme.
"Bir gün de kitapla göreyim seni"
Annecim, bir gün de o kastettiğin kitabın ders kitabı olmamasını diliyorum.
Göstermek için okuyor olmak istemediğimden data kitabım toz tutuyor bir yerlerde. Halbuki her gün şu cümleyi söylemesen okurdum belki, eserdi yani. esmek hani.
"KADİR, NAPIYOSUN SEN, SİGARA KOKUSU GELDİ!"
Sigara içiyorum belli ki. Ne bağırıyosun gecenin bi yarısı?
Sesini en çabuk yükselten sensin anne. Sana en çabuk karşı yüksek sesi veren de benim. Genelde sesimi yükseltmem ben. Kızgın olduğumda, evet. Kontrolsüz diyafram patlamaları tiyatronun eseri, alakası yok. Ama senin bu bağırmalarının sebebini bilemiyorum. Kronik rahatsızlık?
"Akıllı sanırdım seni de."
Eyvallah baba.
6 yaşındaydım sanırım. Sen kazancına, ait olduğun (evet) ekonomik zümreye bakmadan kumar oynardın. Bir gece benim bayram harçlıklarımı alıp gitmişsin. Anlamama izin vermediniz sonra ama sanırım anladım işte. Pardon. Ben seni akıllı sanmıyorum uzun zamandır.
"Herkesi eğlendiremezsin."
Yavşak bir bakış açısı yakalasam şimdi..
Herkesi eğlendiremem tabi, kimisi hiç eğlenmez. Bir de herkese ulaşamazsın, imkanlar el vermez. Gülmek de lüks bir şeymiş zaten, CMYLMZ öyle dedi. Müzik de lükstür di mi baba? Yani mutlu olmak lükstür gibi bir sonuca getirebilirim tüm bunları. E, yazık o zaman bize baba.
Yani, şimdi bu benim isyankarlığım (mustafa sandal'ın şarkısından sonra sözcüğü her beynimde bulduğumda şarkı da aklıma geliyor, yazık oldu) tipik bir ergen isyankarlığı olmasa gerek. Zira ergenlik bitecek bi ara ve çok şeyin aynı kalacağı konusunda sinyaller alıyorum şimdiden. Mesela, 'Sen hep bizim çocuğumuz olacaksın'.
hayır.
Post-script:
Yazdıklarımın tarzının biraz senin yazılarınınkine benzediğini görüyorum. Üstelik bunun hakkında bir şey yapasım da yok. varsın olsun.
yanlış klasöre bak ve 'aaa, bütün yazılar gitmiş' de. şaşırma, üzülme.
zaten hemen sonra bul doğru klasörü, hiçbir şey deme.
"Bir gün de kitapla göreyim seni"
Annecim, bir gün de o kastettiğin kitabın ders kitabı olmamasını diliyorum.
Göstermek için okuyor olmak istemediğimden data kitabım toz tutuyor bir yerlerde. Halbuki her gün şu cümleyi söylemesen okurdum belki, eserdi yani. esmek hani.
"KADİR, NAPIYOSUN SEN, SİGARA KOKUSU GELDİ!"
Sigara içiyorum belli ki. Ne bağırıyosun gecenin bi yarısı?
Sesini en çabuk yükselten sensin anne. Sana en çabuk karşı yüksek sesi veren de benim. Genelde sesimi yükseltmem ben. Kızgın olduğumda, evet. Kontrolsüz diyafram patlamaları tiyatronun eseri, alakası yok. Ama senin bu bağırmalarının sebebini bilemiyorum. Kronik rahatsızlık?
"Akıllı sanırdım seni de."
Eyvallah baba.
6 yaşındaydım sanırım. Sen kazancına, ait olduğun (evet) ekonomik zümreye bakmadan kumar oynardın. Bir gece benim bayram harçlıklarımı alıp gitmişsin. Anlamama izin vermediniz sonra ama sanırım anladım işte. Pardon. Ben seni akıllı sanmıyorum uzun zamandır.
"Herkesi eğlendiremezsin."
Yavşak bir bakış açısı yakalasam şimdi..
Herkesi eğlendiremem tabi, kimisi hiç eğlenmez. Bir de herkese ulaşamazsın, imkanlar el vermez. Gülmek de lüks bir şeymiş zaten, CMYLMZ öyle dedi. Müzik de lükstür di mi baba? Yani mutlu olmak lükstür gibi bir sonuca getirebilirim tüm bunları. E, yazık o zaman bize baba.
Yani, şimdi bu benim isyankarlığım (mustafa sandal'ın şarkısından sonra sözcüğü her beynimde bulduğumda şarkı da aklıma geliyor, yazık oldu) tipik bir ergen isyankarlığı olmasa gerek. Zira ergenlik bitecek bi ara ve çok şeyin aynı kalacağı konusunda sinyaller alıyorum şimdiden. Mesela, 'Sen hep bizim çocuğumuz olacaksın'.
hayır.
Post-script:
Yazdıklarımın tarzının biraz senin yazılarınınkine benzediğini görüyorum. Üstelik bunun hakkında bir şey yapasım da yok. varsın olsun.
11/08/08 - Eh
8 saat boyunca boş oturuyorum burda ben. artık fazlasıyla sıkıldım. ellerimi incelemekten, çay içmekten, internetsiz laptoptan bıktım. yazılım şirketi falan değil burası, cv mi diyoduk?. para da vermiycekler zaten. ne işim var burda benim?
en çok para vermemelerine takıyorum sanırım. iki ay sonra vatandaş oluyorum, üç beş kuruş birikmiş param olsaydı kaymak olacaktı. sağlık oldu. hay..
çello derslerine mi girsem yine? aptal saptal kızlarla uğraşmaktan bıktım. enstrumanın seksapelitesi klişelerinden mmüthiş derecede sıkıldım. siz ne anlarsınız ki? düşündüğünüzden çok daha yüce bir seksapeliteden bahsediyorum ben. kelime 'seksapelite'den 'doğaüstü'ye değişir, bu derecede.
ps:bugün biri kadir dedi. nasıl bir şevkle dönüp baktım. olmadı.
en çok para vermemelerine takıyorum sanırım. iki ay sonra vatandaş oluyorum, üç beş kuruş birikmiş param olsaydı kaymak olacaktı. sağlık oldu. hay..
çello derslerine mi girsem yine? aptal saptal kızlarla uğraşmaktan bıktım. enstrumanın seksapelitesi klişelerinden mmüthiş derecede sıkıldım. siz ne anlarsınız ki? düşündüğünüzden çok daha yüce bir seksapeliteden bahsediyorum ben. kelime 'seksapelite'den 'doğaüstü'ye değişir, bu derecede.
ps:bugün biri kadir dedi. nasıl bir şevkle dönüp baktım. olmadı.
14/08/08 - Довиждане
insert 'sanırım' or 'bence' at appropriate places.
vazgeçtim. sana son yazım olma ihtimali çok yüksek.
insanlara hayranlık duyabiliyorsun. duyuyorsun.
baktım ki pek farkı yokmuş bana olan tavrının.
avrupa'da şurda burda kısa sürelere sığdırdığın insanlardan olmalıydım. şartlar onu sağlamadı, ötekisi de olmadı. özel olmak da herkes için hikaye değil mi nihayetinde?
kendi kendime gelin güvey olmaya bayılırım, yine oldum.
başka türlü olsun diye uğraştım. hile de yaptım, hile dersen.
söyleyebilirim istersen.
neyse, hepsi önemsiz. eski kafamı doldurdum yine yerine ben.
o söylediğim dönüşsüz seyahate çıkıyorum.
Довиждане Акаша,
Здравей Cамота
vazgeçtim. sana son yazım olma ihtimali çok yüksek.
insanlara hayranlık duyabiliyorsun. duyuyorsun.
baktım ki pek farkı yokmuş bana olan tavrının.
avrupa'da şurda burda kısa sürelere sığdırdığın insanlardan olmalıydım. şartlar onu sağlamadı, ötekisi de olmadı. özel olmak da herkes için hikaye değil mi nihayetinde?
kendi kendime gelin güvey olmaya bayılırım, yine oldum.
başka türlü olsun diye uğraştım. hile de yaptım, hile dersen.
söyleyebilirim istersen.
neyse, hepsi önemsiz. eski kafamı doldurdum yine yerine ben.
o söylediğim dönüşsüz seyahate çıkıyorum.
Довиждане Акаша,
Здравей Cамота
24/08/08 - Seni Bir Başkasına
otoyol kenarında
unutulmuş bir çardaktaydık.
biralarla sarhoş olduk
ve dondurmacıdan aldığımız
sigara ateşinin
bilmem kaçıncı neslinin yaktığı
dumanı üflerken
dönüyorduk eve.
sallanıyorduk, anlıyorduk
ama çözemiyorduk.
seni ve onu.
bir güneş doğdu ve battı.
gece böceklerinin sesindeydik
bu sefer
yürüdük biraz
terkedilmiş bir evin
azgın bahçesinden geçtik.
betona oturduk.
silah sesleri geliyordu.
rizeli bir abiymiş.
solumuzdaki yüksek duvarın
ardındansa
kırık bir darbuka sesi geliyordu
eğlence, gürültü, gülüşmeler
ve geçkin bir adamın nağmeleri.
biz de gülüyorduk.
sonra ağlayacak olduk.
nasıl oluyordu da 'anlaşılamıyor'duk?
boş şişelerden daha boş olmuştuk.
ve her şeyi çiğnemeye hazırdık dostumla.
kendi sözlerimiz dahil.
ben onun sevmesini suçlayabiliyordum.
o da benimkini.
kendi sevmelerimizi suçlayamadık.
bitti.
şişeyi duvara attım, kırıldı.
alkışlar kopuyordu duvarın arkasında.
yine birkaç el silah sesi.
bir köpek havladı, kısacık.
bir sigara daha yandı.
eve dönerken
sallanıyorduk, anlıyorduk
ama çözemiyorduk.
seni ve onu.
unutulmuş bir çardaktaydık.
biralarla sarhoş olduk
ve dondurmacıdan aldığımız
sigara ateşinin
bilmem kaçıncı neslinin yaktığı
dumanı üflerken
dönüyorduk eve.
sallanıyorduk, anlıyorduk
ama çözemiyorduk.
seni ve onu.
bir güneş doğdu ve battı.
gece böceklerinin sesindeydik
bu sefer
yürüdük biraz
terkedilmiş bir evin
azgın bahçesinden geçtik.
betona oturduk.
silah sesleri geliyordu.
rizeli bir abiymiş.
solumuzdaki yüksek duvarın
ardındansa
kırık bir darbuka sesi geliyordu
eğlence, gürültü, gülüşmeler
ve geçkin bir adamın nağmeleri.
biz de gülüyorduk.
sonra ağlayacak olduk.
nasıl oluyordu da 'anlaşılamıyor'duk?
boş şişelerden daha boş olmuştuk.
ve her şeyi çiğnemeye hazırdık dostumla.
kendi sözlerimiz dahil.
ben onun sevmesini suçlayabiliyordum.
o da benimkini.
kendi sevmelerimizi suçlayamadık.
bitti.
şişeyi duvara attım, kırıldı.
alkışlar kopuyordu duvarın arkasında.
yine birkaç el silah sesi.
bir köpek havladı, kısacık.
bir sigara daha yandı.
eve dönerken
sallanıyorduk, anlıyorduk
ama çözemiyorduk.
seni ve onu.
07/09/08 - Barbarca
İlk olarak fonetik üzerine konuşmak daha yararlı olabilir. Sessiz harfler genizden veya (çoğunlukla) gırtlaktan elde ediliyor. Sesli harflerde maskulen tavır daha gırtlak dibinden, feminen tavır ise daha genize ve orta ağıza yakın olmalı. Sesli harfler (a, o), olumluluk ve olumsuzluk anlamları taşırlar (a olumlu, o olumsuz). Kullanılmadıkları zaman ise eylem, emir halinde kastedilmiş olabilir ya da olumlu anlamdadır. Bununla beraber, sözlüğe dahil veya değil, her türlü sese vurgu, mimik ve işaretle anlam yüklenebilir (basit anlam). Örneğin göbeği ovup ‘gggg’ demek, yemek yemeyi sevmek anlamına gelebilir.
Gramer yok.
Kipler yok, zaman kipleri hiç yok.
Sıfatlar yok, zarflar yok.
Var olan tek soru, Türkçe karşılığı yaklaşık olarak ‘sen?’ olan ‘hııı’dır.
Hatırlamaya çalışmadığım diğer gramer öğeleri de yok. Yok ulan.
Özne birinci tekil şahıstır. Başka özne olmadığı gibi birinci özne için de bir sözcük yoktur. Sözcük de yoktur zaten. Barbarca, vücut dilinin yancısıdır. Duygular mimik, jest veya dokunmayla aktarılmalıdırlar. Mimikler ve jestler olabildiğince anlaşılır olmalıdır. Dokunmak ise Barbarca’nın insan ile olan direk bağıdır, olduğu gibi olmalıdır.
Kurucu Sözlük:
Hııı : sen?
Ggg : sevmek
Hhhh : açlık
(gırtlak seslisi) : uyku
Aaa : gitmek
(burundan nefes itme) : sıkıntı
Bbb : su
(boğaz hırlaması) : memnuniyet
Barbarca, basit bir hayatın basit dilidir. Kastedilenle anlaşılanın birbiriyle aynı olması amacıyla doğmuştur. Kurcalanması ve zenginleştirilmesi gereksizdir. Zenginleşme yanında ne kadar belirsizlik getiriyorsa o kadar kötüdür. Buna rağmen yeni sözcükler üretilmemesine dair bir düzenleme yoktur.
Barbar iletişiminde esas etkin öğeler vücut dilindedir. Barbarca, dediğim gibi, vücut dilinin yancısıdır, yakından ilintilidir. Ancak vücut diliyle beraber konuşulursa bir anlam ifade edebilir.
Vücut dili dahi bazen belirsizleşebilir lâkin fikr-i acizânem, var olan en kesin dil olduğu merkezindedir. İletişimde netlik aranmadığı an, başka bir dile geçilmelidir. Barbarca, günümüz dillerinin sunduğu zengin ifade seçeneklerini sunmak iddiasında değildir.
Gramer yok.
Kipler yok, zaman kipleri hiç yok.
Sıfatlar yok, zarflar yok.
Var olan tek soru, Türkçe karşılığı yaklaşık olarak ‘sen?’ olan ‘hııı’dır.
Hatırlamaya çalışmadığım diğer gramer öğeleri de yok. Yok ulan.
Özne birinci tekil şahıstır. Başka özne olmadığı gibi birinci özne için de bir sözcük yoktur. Sözcük de yoktur zaten. Barbarca, vücut dilinin yancısıdır. Duygular mimik, jest veya dokunmayla aktarılmalıdırlar. Mimikler ve jestler olabildiğince anlaşılır olmalıdır. Dokunmak ise Barbarca’nın insan ile olan direk bağıdır, olduğu gibi olmalıdır.
Kurucu Sözlük:
Hııı : sen?
Ggg : sevmek
Hhhh : açlık
(gırtlak seslisi) : uyku
Aaa : gitmek
(burundan nefes itme) : sıkıntı
Bbb : su
(boğaz hırlaması) : memnuniyet
Barbarca, basit bir hayatın basit dilidir. Kastedilenle anlaşılanın birbiriyle aynı olması amacıyla doğmuştur. Kurcalanması ve zenginleştirilmesi gereksizdir. Zenginleşme yanında ne kadar belirsizlik getiriyorsa o kadar kötüdür. Buna rağmen yeni sözcükler üretilmemesine dair bir düzenleme yoktur.
Barbar iletişiminde esas etkin öğeler vücut dilindedir. Barbarca, dediğim gibi, vücut dilinin yancısıdır, yakından ilintilidir. Ancak vücut diliyle beraber konuşulursa bir anlam ifade edebilir.
Vücut dili dahi bazen belirsizleşebilir lâkin fikr-i acizânem, var olan en kesin dil olduğu merkezindedir. İletişimde netlik aranmadığı an, başka bir dile geçilmelidir. Barbarca, günümüz dillerinin sunduğu zengin ifade seçeneklerini sunmak iddiasında değildir.
21/10/08 - Cumartesi
Bir cumartesi gecesi
kafenin dışında
sigara içen
dazlak ve uzun montlu bir siluet
ben
en iyi ben
haniydi sevmek ve sevilmek
-di'li geçtiler
ve şimdi
niye aptal oldum biliyorum
telaşa gerek yok
saç dediğin uzar
paket dediğin biter
yara dediğin kapanır
bardak dediğin kırılır
kimisi sadece eğlenir
ama boynuz da törpülenir
telaşa hiç gerek yok
yavaş ol, rahat ol, bi sal
duy,
kokla,
sakla.
zaten
gelen günler benzemeyecek geçenlere
kafenin dışında
sigara içen
dazlak ve uzun montlu bir siluet
ben
en iyi ben
haniydi sevmek ve sevilmek
-di'li geçtiler
ve şimdi
niye aptal oldum biliyorum
telaşa gerek yok
saç dediğin uzar
paket dediğin biter
yara dediğin kapanır
bardak dediğin kırılır
kimisi sadece eğlenir
ama boynuz da törpülenir
telaşa hiç gerek yok
yavaş ol, rahat ol, bi sal
duy,
kokla,
sakla.
zaten
gelen günler benzemeyecek geçenlere
07/09/08 - Düşün ki
Düşün ki erken yaşta fazla tatmin olmuş ego'n, daha fazlasını istemiyordu. Her şeyi, hakikaten her şeyi, salmaya programlamıştın kendini. Hırs dediklerine benzer bi hissin vardı bi zamanlar, şimdi hatırlıyorsun sadece.
Empatiye su gibi ihtiyaç duyuyorsun, olmuyor, kimse yeltenmiyor bile. Düşün ki omzunda bir dost eli özlüyorsun, yok. Uzaktalar. 10 lira, birkaç saat, bir bahane, yolda içeceğin sigaralar, öksürükler, trende beynine işleyen satıcılar, yolda yutacağın bi çuval toz kadar uzaktalar.
Düşün ki neşeli insanları görüp kendi üzgünlüğüne üzülüyorsun. Ben de neşeli olsam diyorsun, oluyorsun da. Sonra bedelini ödüyorsun. Belki ödeyemiyorsun. Yazık.
Kusurları örtmede hep gece gibi oldun. Aslında bakınca gördün ki Mevlana'nın gösterdiği güzel insana benziyorsun. Yalnız göründüğün gibi olamıyorsun her zaman. Her insan farklı tanıyor seni; çünkü rollerinde can çekişiyorsun. O yüzden Mevlana da kapısından içeri almıyor seni.
Herkesi anlamaya çalışıyorsun. Anlaşılmayı seviyorsun çünkü.
Düşün ki küçük bir zamanı solumak için uğraşıyorsun onunla, usulünü tutturamıyorsun. Kendin gibi konuşmayı unutmuşsun. Belki bir kendin de yok. Neyse, komikleşmeyelim. Kırıcı olsunlar kastıyla söylenmemiş laflara kırılıyorsun ve darılıyorsun, barışıyorsun kendi kendine. Yüksek sesle küfür eden esnaftan, kartal'dan yükselen laz şarkısından, yarattığın sessizliğin telefonla bozulmasından nefret ettin.
Edilgen duygular peşindesin sanki. Olmuyor.
Düşün ki evden çıkıyorsun, hava sıcak. Çok sigara içtin, hala içiyorsun. Düşün ki birkaç gün önce canın sıkılarak oturduğun ve deliyi izlediğin bankta bugün sessizce ağlıyorsun. Çok az, azıcık ağlıyorsun, ne cesaretin ne mecalin var daha fazlasına. Düşün ki günlerdir dudaklarını ısırıp ağlamamaya çalıştın ve tutamadın artık, yerdeki izmaritlere bakarak erkek gözyaşları döktün. Sonra deli gelip seni gördü, gitti.
Düşün ki merak ederek başladığın bir işi bırakmak zorunda kaldın. Utandın.
Düşün ki hakaretler duyuyorsun günlerdir ailenden. Kimisi babasını kaybetmiş, özlüyor, kimisi annesini hiç görmemiş, bilmiyor. Sen nasıl bu durumdasın, anlamıyorsun.
Düşün ki hayat devam ediyor, sen noktacık bile değilsin koca dünyada. Gaza gelip sönüyorsun, susuyorsun. Anlaşılmaya çalışıyorsun yazdıklarında. Milyonlarca virgülün var, neden? Neden ikinci tekil şahısa yazdın? Açık yazdığını sanıyorsun, sonra bi okuyorsun, o kadar da açık değiller. Dönüp açıklamak istemiyorsun, bitiriyorsun.
Düşün ki özetle kötü hissediyorsun
ya da düşünme, ko götüne
hı?
Empatiye su gibi ihtiyaç duyuyorsun, olmuyor, kimse yeltenmiyor bile. Düşün ki omzunda bir dost eli özlüyorsun, yok. Uzaktalar. 10 lira, birkaç saat, bir bahane, yolda içeceğin sigaralar, öksürükler, trende beynine işleyen satıcılar, yolda yutacağın bi çuval toz kadar uzaktalar.
Düşün ki neşeli insanları görüp kendi üzgünlüğüne üzülüyorsun. Ben de neşeli olsam diyorsun, oluyorsun da. Sonra bedelini ödüyorsun. Belki ödeyemiyorsun. Yazık.
Kusurları örtmede hep gece gibi oldun. Aslında bakınca gördün ki Mevlana'nın gösterdiği güzel insana benziyorsun. Yalnız göründüğün gibi olamıyorsun her zaman. Her insan farklı tanıyor seni; çünkü rollerinde can çekişiyorsun. O yüzden Mevlana da kapısından içeri almıyor seni.
Herkesi anlamaya çalışıyorsun. Anlaşılmayı seviyorsun çünkü.
Düşün ki küçük bir zamanı solumak için uğraşıyorsun onunla, usulünü tutturamıyorsun. Kendin gibi konuşmayı unutmuşsun. Belki bir kendin de yok. Neyse, komikleşmeyelim. Kırıcı olsunlar kastıyla söylenmemiş laflara kırılıyorsun ve darılıyorsun, barışıyorsun kendi kendine. Yüksek sesle küfür eden esnaftan, kartal'dan yükselen laz şarkısından, yarattığın sessizliğin telefonla bozulmasından nefret ettin.
Edilgen duygular peşindesin sanki. Olmuyor.
Düşün ki evden çıkıyorsun, hava sıcak. Çok sigara içtin, hala içiyorsun. Düşün ki birkaç gün önce canın sıkılarak oturduğun ve deliyi izlediğin bankta bugün sessizce ağlıyorsun. Çok az, azıcık ağlıyorsun, ne cesaretin ne mecalin var daha fazlasına. Düşün ki günlerdir dudaklarını ısırıp ağlamamaya çalıştın ve tutamadın artık, yerdeki izmaritlere bakarak erkek gözyaşları döktün. Sonra deli gelip seni gördü, gitti.
Düşün ki merak ederek başladığın bir işi bırakmak zorunda kaldın. Utandın.
Düşün ki hakaretler duyuyorsun günlerdir ailenden. Kimisi babasını kaybetmiş, özlüyor, kimisi annesini hiç görmemiş, bilmiyor. Sen nasıl bu durumdasın, anlamıyorsun.
Düşün ki hayat devam ediyor, sen noktacık bile değilsin koca dünyada. Gaza gelip sönüyorsun, susuyorsun. Anlaşılmaya çalışıyorsun yazdıklarında. Milyonlarca virgülün var, neden? Neden ikinci tekil şahısa yazdın? Açık yazdığını sanıyorsun, sonra bi okuyorsun, o kadar da açık değiller. Dönüp açıklamak istemiyorsun, bitiriyorsun.
Düşün ki özetle kötü hissediyorsun
ya da düşünme, ko götüne
hı?
temmuz/08 - Ev Sıkıntısı
Öğlen vakti attım kendimi dışarı. Zeki Müren şarkıları dünyamı baymıştı. Tanınmadığım bi büfeye gidip bi West aldım. Yaktım bi tane, yürümeye başladım.
Toprak yollar, beton yollar, asfalt yollar. Sıcak yerden yükseliyordu. Öldürücü. Bunaldım. Ciğerlerimi de yakıyorum üstelik deyip kendime kızmaya çalıştım bi an. Bir nefes çektim.
Yukarı yürüdüm, aşağı yürüdüm. Görecek bir şey yok. Gelip geçen insanlara baktım uzun uzun, kaşlarım çatık. Birkaç damla ter birikti kaşlarıma, gölgeye sığındım.
Yarım daire şeklinde bi bank buldum oturdum. Ağaç, sarmaşık gölgesi serinletti. Oturdum, birinci bitti, ikinciyi yaktım. Sonra sesleri farkettim. Meğer bizim buranın da bi delisi varmış. Kebapçılar laflıyordu deliyle. Anlam veremediğim, ı ve ö arası bir sesli harfle bağırıp susuyordu deli. Araba seslerine benzer sesler de çıkarıyordu arada. Üstündeki tişört pisti. Pantolonun içine tıkıştırmış tişörtü, kemeri sıkıydı. Dengesiz bir yürüyüşle yaklaştı. Bana sırtı dönük, bankın öteki tarafına oturdu. Sigara vermişler, her nefesten sonra tükürdü.
Berber kokan bir adam yaklaştı. Saçı düzgün, gömleği ütülü, sakalsız bir adamdı. Deliyi gördü, yüzündeki boş ifade gitti, yerine alay eden ifade geldi. Alay ediyor da olsa yüzü güldü, hayatla doldu berber kokan adam. Sövsene şu kebapçılara dedi deliye. Kim verdi sigarayı dedi, deli de ı-ö sesiyle kebapçıları gösterdi. Kebapçılara ve kopya cd satan abiye selam verdi adam. Sonra gitti, berber kokusu da adamı takip etti.
Deli sigarasını bitiriyordu. Ben de bitiriyordum. Dikkat ettim, her çıkardığı sesten sonra insanlar deliye sus işaretleri yapıyordu. Soru sorup konuşturmaya çalışıp sonra da sus demek çok adice değil mi? Yazık dedim. İçimden bi küfür salladım esnafa. Sigaram bitti.
Deli de bitirdi sigarayı, kalktı. Cebinden sarı bi şapka çıkardı, üzerinde 'şu şu harfiyat' 'bu bu beton' 'hoppala nakliyat' yazan cinsten bi şapkaydı. Şapkayı kafasına yapıştırıp güneşe daldı.
Kebapçılar susmuşlardı delinin gitmesiyle. Ben de ayaklandım. Sonra bacaklandım, adımlandım. Canım sıkıldı. 'Şimdi Uzaklardasın'ı söyleye söyleye evin yolunu tuttum.
Toprak yollar, beton yollar, asfalt yollar. Sıcak yerden yükseliyordu. Öldürücü. Bunaldım. Ciğerlerimi de yakıyorum üstelik deyip kendime kızmaya çalıştım bi an. Bir nefes çektim.
Yukarı yürüdüm, aşağı yürüdüm. Görecek bir şey yok. Gelip geçen insanlara baktım uzun uzun, kaşlarım çatık. Birkaç damla ter birikti kaşlarıma, gölgeye sığındım.
Yarım daire şeklinde bi bank buldum oturdum. Ağaç, sarmaşık gölgesi serinletti. Oturdum, birinci bitti, ikinciyi yaktım. Sonra sesleri farkettim. Meğer bizim buranın da bi delisi varmış. Kebapçılar laflıyordu deliyle. Anlam veremediğim, ı ve ö arası bir sesli harfle bağırıp susuyordu deli. Araba seslerine benzer sesler de çıkarıyordu arada. Üstündeki tişört pisti. Pantolonun içine tıkıştırmış tişörtü, kemeri sıkıydı. Dengesiz bir yürüyüşle yaklaştı. Bana sırtı dönük, bankın öteki tarafına oturdu. Sigara vermişler, her nefesten sonra tükürdü.
Berber kokan bir adam yaklaştı. Saçı düzgün, gömleği ütülü, sakalsız bir adamdı. Deliyi gördü, yüzündeki boş ifade gitti, yerine alay eden ifade geldi. Alay ediyor da olsa yüzü güldü, hayatla doldu berber kokan adam. Sövsene şu kebapçılara dedi deliye. Kim verdi sigarayı dedi, deli de ı-ö sesiyle kebapçıları gösterdi. Kebapçılara ve kopya cd satan abiye selam verdi adam. Sonra gitti, berber kokusu da adamı takip etti.
Deli sigarasını bitiriyordu. Ben de bitiriyordum. Dikkat ettim, her çıkardığı sesten sonra insanlar deliye sus işaretleri yapıyordu. Soru sorup konuşturmaya çalışıp sonra da sus demek çok adice değil mi? Yazık dedim. İçimden bi küfür salladım esnafa. Sigaram bitti.
Deli de bitirdi sigarayı, kalktı. Cebinden sarı bi şapka çıkardı, üzerinde 'şu şu harfiyat' 'bu bu beton' 'hoppala nakliyat' yazan cinsten bi şapkaydı. Şapkayı kafasına yapıştırıp güneşe daldı.
Kebapçılar susmuşlardı delinin gitmesiyle. Ben de ayaklandım. Sonra bacaklandım, adımlandım. Canım sıkıldı. 'Şimdi Uzaklardasın'ı söyleye söyleye evin yolunu tuttum.
temmuz/08 - Ev Sıkıntısı II
Dün balkonda irice bi kara sinek gördüm. Günün ilk sigarasını içmekteydim. Ayaklarımdan az uzağa, duvara konmuştu. Pek iyi seçemiyordum ama yine de izledim. Küçük hareketler yapıyordu bazen, bi kere uçtu sonra aynı yere kondu. Sigaramı bitirdim.
Günün ilerleyen saatlerinde iki sigara içtim. Sinek ordaydı ikisinde de. Aynı rutinde, küçük hareketler, uçuşlar. Evcil (ya da balkoncul) arkadaşım, sinek. Akşamki sigaramda yoktu artık.
Bu sabah ölü buldum sineği. Masanın camının üstüne yığılmış, 'ben hayattan alacağımı aldım' der gibi ölmüş. Sağ kanadından tuttum, menekşelerin dibine yatırdım. Ben ve sinek arkadaşlar hemen kıldık namazını. 'Nasıl bilirdiniz?' dedim, 'iyi bilirdik' vızladılar. Uzunca okudum, saydım. Sonra 'el-fææætighÆ!' dedim. Vısır vısır okudular, amin vızdılar. Vonra vızsızca vağıldılazzz. Ven de vızdım vittimzz. Vıza vıza venim vızım vırvızızım. Vızı vıp vızırvızızım. Vızzz....
Günün ilerleyen saatlerinde iki sigara içtim. Sinek ordaydı ikisinde de. Aynı rutinde, küçük hareketler, uçuşlar. Evcil (ya da balkoncul) arkadaşım, sinek. Akşamki sigaramda yoktu artık.
Bu sabah ölü buldum sineği. Masanın camının üstüne yığılmış, 'ben hayattan alacağımı aldım' der gibi ölmüş. Sağ kanadından tuttum, menekşelerin dibine yatırdım. Ben ve sinek arkadaşlar hemen kıldık namazını. 'Nasıl bilirdiniz?' dedim, 'iyi bilirdik' vızladılar. Uzunca okudum, saydım. Sonra 'el-fææætighÆ!' dedim. Vısır vısır okudular, amin vızdılar. Vonra vızsızca vağıldılazzz. Ven de vızdım vittimzz. Vıza vıza venim vızım vırvızızım. Vızı vıp vızırvızızım. Vızzz....
17/08/08 - Göçmenler
dün gece göçmen hikayeleri dinledim. göçmen ağzının istanbul ağzıyla olan uyuşmazlığı üstüne olaylar.
hoşuma gitti.
insanlarım çok ezilmişler, bakıyorum. birkaç tane trakya türküsü açtım, sus pus oldular. eğlenmediler, hüzünlenir gibi oldular. kırgınlar.
ordan türksünüz denerek kovulup burda bulgar denerek kabul edilmeyenler bu insanlar. kırgınlar.
ve ben düşünme şansı elde ettiğim için şanslıyım. göçmenliği bir 'karizma' unsuru olarak kullanabiliyorum bile, bu kadar da adilik!. şaka bi yana, özgürce ben buyum diyebileceğim bir çevrem var, şanslıyım. onlarsa mhp yandaşları olmak zorunda hissediyorlar kendilerini. kürtlere herkesten daha sert davranıyorlar. gereksiz.
her durumda biraz hoş görüye ihtiyacımız olduğu kesin.
hoşuma gitti.
insanlarım çok ezilmişler, bakıyorum. birkaç tane trakya türküsü açtım, sus pus oldular. eğlenmediler, hüzünlenir gibi oldular. kırgınlar.
ordan türksünüz denerek kovulup burda bulgar denerek kabul edilmeyenler bu insanlar. kırgınlar.
ve ben düşünme şansı elde ettiğim için şanslıyım. göçmenliği bir 'karizma' unsuru olarak kullanabiliyorum bile, bu kadar da adilik!. şaka bi yana, özgürce ben buyum diyebileceğim bir çevrem var, şanslıyım. onlarsa mhp yandaşları olmak zorunda hissediyorlar kendilerini. kürtlere herkesten daha sert davranıyorlar. gereksiz.
her durumda biraz hoş görüye ihtiyacımız olduğu kesin.
Herkesi eğlendiremezsin - revised
'herkesi eğlendiremezsin' dedi babam. başka kimse bu kadar yalın bir şekilde söylememişti. 'kendine yazık ediyosun' 'azıcık gayret et' 'potansiyelini kullan abi' ler yetmedi. 'herkesi eğlendiremezsin' sağlam geldi. evet, herkesi eğlendiremem. kavga etmeden yaşamamalıyım. insanları kırmaktan korkmamalıyım, çekinmemeliyim. şunları söylerken/yazarken dahi belirli (ve başka) bi norm kümesi içerisine adım atmaya çalıştığımı savunabilirsin sayın okuyucu fakat yaşayabilmem ve güçlü yaşayabilmem için bunlar gerekli. kavga etmem ve insanları kırmam lazım.
yeri gelmişken, bunu okuyan büyük insanlar ne kadar ergen olduğumu düşünüp sallamayabilirler, ben yine de söylerim, büyük çatışmalarım var. küçük insanlarsa anlamayacaklardır, anlatmayacağım.
---
bi de galiba çabuk kaptırıyorum kendimi zevk aldığım şeylere. aah, ah, görmeseydim kötü günler, iyi günler...
-iyi günler. burdan kadıköy'e nası giderim?
(üç nokta sonra)
-loto'yu otobüste unutmuşsun. getireyim, nerdesin?
duymasaydım
-yakışmadı o si bemol sana. biraz vurgu lazım ona.
ya da
-SEVMİYORUM SENİ ARTIK, GİT, SEVMİYORUM İŞTE!!
bilmeseydim, dokunmamış olsaydım, almasaydım kokular, tatmasaydım dudaklar. yeniden başlamak istiyorum.
ve otomatik çim sulama fıskiyelerinden geldi beklediğim yağmur sesi. olsun.
---
hep söylerim,
'buralardan çırılçıplak, koşarak kaçmak istiyorum' diye. nereye kaçıyosun lan, salak? nereye? mal mısın?
sanki insan her yerde insan değil. kendim hariç her şeyi bıraksam neye yarar, ben kendimi düzeltebilsem hiç sorunum kalmaz ki ulan?
hep bi adilik, hep bi bi şey. BBshei
---
zor geliyor her şey. ders çalışmam, mühendis olmam lazım. iyi bir torun, iyi bir evlat, iyi bir abi, zamanı gelince iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir dede, iyi bir müzisyen, iyi konuşan insan, iyi yazan, iyi üreten insan olmam gerek. iyi müzisyen olmak isterim. iyi konuşmak, etkilemek de isterim. bok gibi param olsun da isterim. iyi bir dede olmak da isterim.
uzakta bunlar hep.
---
saçmalamaya başlamadım daha, öyle düşünme sayın okuyucu. daha çok var.
mesela şostakoviç çok iyi çello çalarmış. ama amuda kalkamazdı bence. ya da b-boy junior hayal edilemez şekilde break dance yapıyor olabilir ama o da çello çalamaz gibime geliyor. farklılar işte birbirlerinden, sadece bunu söylemek istedim.
sarhoş değilim, düşünüyorum sadece.
bunu da açıklığa kavuşturmak gerekiyordu yazının bir yerinde, hallettim.
---
'herkesi eğlendiremezsin' e
'mühim olan uğraşmak' deyip uğraşmaya devam edebilirim.
ama içimden gelmiyor.
uğraşmak eylemi içimden gelmiyor pek şu sıralar. hormonlar düzeyindeki aşklardan sıkılıp yeni bir bakışa sahip olmaya çalıştım. olduğumu sanıyorum. olmamışımdır ama, di mi?
gitsem ya da kalsam ya da sussam ya da konuşsam
istediğim ifade yok hiçbirinde. ben seviyorum sadece. çocukça değil, insanca.
evet, yüklemeye çalışıyorum yükümün bi kısmını başkasına. evet, benimle ilgilensin diye ilgileniyorum başkasıyla. çok korkunç şeyler değil bunlar, bunlar doğa.
uğraştırmayın beni, biraz yardım etseniz
yeter
sadece sevmek var içimde
yalnızlığımı paylaşsam, yeter.
ama fazlasına da varım her zaman.
---
zaten anlatmak dediğimiz şey hep kısır. kendimi de kandırmıyorum ha, burası blogger ve ben Nazım Hikmet değilim. siz de mükemmel okuyucular değilsiniz. yani demek istediğim ben romantik bir ergen değilim, siz de uzman sosyal analistler değilsiniz, uğraşmayın biraz. en azından bazen uğraşmayın. bi salın. sal.
'all you need is love,
love is all you need.'
yeri gelmişken, bunu okuyan büyük insanlar ne kadar ergen olduğumu düşünüp sallamayabilirler, ben yine de söylerim, büyük çatışmalarım var. küçük insanlarsa anlamayacaklardır, anlatmayacağım.
---
bi de galiba çabuk kaptırıyorum kendimi zevk aldığım şeylere. aah, ah, görmeseydim kötü günler, iyi günler...
-iyi günler. burdan kadıköy'e nası giderim?
(üç nokta sonra)
-loto'yu otobüste unutmuşsun. getireyim, nerdesin?
duymasaydım
-yakışmadı o si bemol sana. biraz vurgu lazım ona.
ya da
-SEVMİYORUM SENİ ARTIK, GİT, SEVMİYORUM İŞTE!!
bilmeseydim, dokunmamış olsaydım, almasaydım kokular, tatmasaydım dudaklar. yeniden başlamak istiyorum.
ve otomatik çim sulama fıskiyelerinden geldi beklediğim yağmur sesi. olsun.
---
hep söylerim,
'buralardan çırılçıplak, koşarak kaçmak istiyorum' diye. nereye kaçıyosun lan, salak? nereye? mal mısın?
sanki insan her yerde insan değil. kendim hariç her şeyi bıraksam neye yarar, ben kendimi düzeltebilsem hiç sorunum kalmaz ki ulan?
hep bi adilik, hep bi bi şey. BBshei
---
zor geliyor her şey. ders çalışmam, mühendis olmam lazım. iyi bir torun, iyi bir evlat, iyi bir abi, zamanı gelince iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir dede, iyi bir müzisyen, iyi konuşan insan, iyi yazan, iyi üreten insan olmam gerek. iyi müzisyen olmak isterim. iyi konuşmak, etkilemek de isterim. bok gibi param olsun da isterim. iyi bir dede olmak da isterim.
uzakta bunlar hep.
---
saçmalamaya başlamadım daha, öyle düşünme sayın okuyucu. daha çok var.
mesela şostakoviç çok iyi çello çalarmış. ama amuda kalkamazdı bence. ya da b-boy junior hayal edilemez şekilde break dance yapıyor olabilir ama o da çello çalamaz gibime geliyor. farklılar işte birbirlerinden, sadece bunu söylemek istedim.
sarhoş değilim, düşünüyorum sadece.
bunu da açıklığa kavuşturmak gerekiyordu yazının bir yerinde, hallettim.
---
'herkesi eğlendiremezsin' e
'mühim olan uğraşmak' deyip uğraşmaya devam edebilirim.
ama içimden gelmiyor.
uğraşmak eylemi içimden gelmiyor pek şu sıralar. hormonlar düzeyindeki aşklardan sıkılıp yeni bir bakışa sahip olmaya çalıştım. olduğumu sanıyorum. olmamışımdır ama, di mi?
gitsem ya da kalsam ya da sussam ya da konuşsam
istediğim ifade yok hiçbirinde. ben seviyorum sadece. çocukça değil, insanca.
evet, yüklemeye çalışıyorum yükümün bi kısmını başkasına. evet, benimle ilgilensin diye ilgileniyorum başkasıyla. çok korkunç şeyler değil bunlar, bunlar doğa.
uğraştırmayın beni, biraz yardım etseniz
yeter
sadece sevmek var içimde
yalnızlığımı paylaşsam, yeter.
ama fazlasına da varım her zaman.
---
zaten anlatmak dediğimiz şey hep kısır. kendimi de kandırmıyorum ha, burası blogger ve ben Nazım Hikmet değilim. siz de mükemmel okuyucular değilsiniz. yani demek istediğim ben romantik bir ergen değilim, siz de uzman sosyal analistler değilsiniz, uğraşmayın biraz. en azından bazen uğraşmayın. bi salın. sal.
'all you need is love,
love is all you need.'
18/08/08 - İşçiler
işçi eli sıkmışlığım çok vardı. Şimdi yakın yakına çalışıyoruz, tanışıyoruz vesselam.
Karın tokluğuna it gibi çalıştırılmalarının yanında ofis-gerizekalılarından gördükleri muameleyi gördüm. Bilgi İşlem müdürü, sayın orospu çocuğu ibne, işçilerle en samimi olan İbrahim abiye bi gün 'bu kadar münasebete girme bunlarla' dedi. Kodumunun çocuğu, onlar da yavrularını beslemek için uğraşıyorlar. Üstelik senin gibi kıçını büyüterek, sömürerek, kaytararak da değil.
Kimisi çok dindar, kimisi hiç değil bu adamların. Bi tane uzun saçlı genç gördüm, gerisi hep normal vatandaş. İyi niyetli insanlar hep. Ama kimisi bana götlük yapan fabrikaya ben de götlük yaparım demiş. Kaytarmanın hesabında. Haksız değiller. Kimisi sürekli buna şükür diyor. Ha, gel gelelim bi tane solcuya rastladım mı? Hayır.
Bilmiyor da değiller belki de. Cesaret edemiyorlar. Evde bekleyenleri var. Bi ay çalışmazsa sokağa düşecek durumdakiler var. Bu adamlar, kimilerinin oğlu mersedese binsin, kimileri mayamilere gitsin, kimileri yatlar katlar düzsün, kimileri yedi ceddini paraya boğsun diye kendi belinin okunu kıranlar. Uzun çalışma saatleri. Üç vardiya. Geç emeklilik. Hayatları her daim tehlike altında. Sıcak makinalar, bobinler adamı bi saniyede kömür eder. Gürültüden kamyon sesini duymazsın, ölürsün.
İleride ben de ofis elemanı olacağım büyük ihtimalle. Belki kendi işimde çalışırım. Özetle etimle, kemiğimle para kazanıyor olmayacağım, evet. Ama asgari ücreti sikerim, herkese hakketiğini vereceğimi biliyorum.
Komik bir şey; burda içeri giriş için manyetik kartlı turnikeler var. Bazı işçiler bu kartlarını cüzdana koymuşlar, turnikeye önce bi kıç atıyolar, sonra geçiyolar. Çok mizah dolu geldi bana. Fabrikaya kıçım girsin gibi bir söylemin dile getirilmemiş yansıması gibi düşündüm. Bunu düşünerek mi yapıyorlar bilmiyorum, ama kutluyorum, belki birileri bi mesaj kapar yine de. artık ben de turnikelere kıç atıyorum.
Karın tokluğuna it gibi çalıştırılmalarının yanında ofis-gerizekalılarından gördükleri muameleyi gördüm. Bilgi İşlem müdürü, sayın orospu çocuğu ibne, işçilerle en samimi olan İbrahim abiye bi gün 'bu kadar münasebete girme bunlarla' dedi. Kodumunun çocuğu, onlar da yavrularını beslemek için uğraşıyorlar. Üstelik senin gibi kıçını büyüterek, sömürerek, kaytararak da değil.
Kimisi çok dindar, kimisi hiç değil bu adamların. Bi tane uzun saçlı genç gördüm, gerisi hep normal vatandaş. İyi niyetli insanlar hep. Ama kimisi bana götlük yapan fabrikaya ben de götlük yaparım demiş. Kaytarmanın hesabında. Haksız değiller. Kimisi sürekli buna şükür diyor. Ha, gel gelelim bi tane solcuya rastladım mı? Hayır.
Bilmiyor da değiller belki de. Cesaret edemiyorlar. Evde bekleyenleri var. Bi ay çalışmazsa sokağa düşecek durumdakiler var. Bu adamlar, kimilerinin oğlu mersedese binsin, kimileri mayamilere gitsin, kimileri yatlar katlar düzsün, kimileri yedi ceddini paraya boğsun diye kendi belinin okunu kıranlar. Uzun çalışma saatleri. Üç vardiya. Geç emeklilik. Hayatları her daim tehlike altında. Sıcak makinalar, bobinler adamı bi saniyede kömür eder. Gürültüden kamyon sesini duymazsın, ölürsün.
İleride ben de ofis elemanı olacağım büyük ihtimalle. Belki kendi işimde çalışırım. Özetle etimle, kemiğimle para kazanıyor olmayacağım, evet. Ama asgari ücreti sikerim, herkese hakketiğini vereceğimi biliyorum.
Komik bir şey; burda içeri giriş için manyetik kartlı turnikeler var. Bazı işçiler bu kartlarını cüzdana koymuşlar, turnikeye önce bi kıç atıyolar, sonra geçiyolar. Çok mizah dolu geldi bana. Fabrikaya kıçım girsin gibi bir söylemin dile getirilmemiş yansıması gibi düşündüm. Bunu düşünerek mi yapıyorlar bilmiyorum, ama kutluyorum, belki birileri bi mesaj kapar yine de. artık ben de turnikelere kıç atıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)